acapella
En Beğenilen Yazar Sırası
:
17
Toplam Başlık Sayısı
:
16
Toplam Puanı
:
85
Toplam Giri Sayısı
:
91
Bu Ayki Puanı
:
4
En Aktif Yazar Sırası
:
17
  • 3.dünya savaşı

    3. dünya savaşının çıkması için geçerli bir sebep artık yok. Siz ortadoğudaki IŞİD vs gibi örgütler dışında son 20 - 25 yıldır hiç toprak işgal eden gördünüz mü? Artık gerek yok.
    Ulusların ekonomilerini geliştirmek için topraklara ihtiyaçları yok çünkü ekonomi tarımdan oluşmuyor artık. Ayrıca şu an kimse kimseye savaş açamaz. Artık eskisi gibi tanklar kalaşnikoflar yok. Rusya'da 2000 nükleer başlık hazır olarak bekletiliyor 2000 de stokta var. ABD'de ise biraz daha fazla. Ama şunu da belirtmek lazım tüm bunlar nükleer başlıklarıyla övüne dursunlar, Kuzey Kore, İran gibi ülkelerden herhangi birisi ABD'ye veya Rusya'ya ilk nükleer bombardımanı yaptığı anda oyun biter. Ondan sonra isterse ABD, İran'ı haritadan silsin, ABD halkı uzun dönem bir nükleer etkide kalır. Bu nedenle şu an devler bile küçüklerle sıcak savaş yapacak riski göze almazlar. Şu anki savaş ekonomik bir savaş. Borç verip sömürme savaşı. Ülkelerin yer altı kaynaklarını sömürme savaşı. Dikkat edin kimse kimsenin toprağını istemiyor. Artık yeni trend işletmeyi devretmek. Yani orası bağımsız bir devlet olarak kalsın ama bana çalışsın. Durum bundan ibaret bu nedenle sıcak bir 3. dünya savaşı şu an ihtiyaç duyulacak birşey değil. Bir sürü terör örgütü var zaten silah onlara satılıyor. Şimdi asıl şirketlerin savaşı var ülkelerin değil.
    0 1
  • ...

    merhaba arkadaşlar , konu ne tarihi bir olayla ne bir buluşla nede bir tarih büyüğüyle alakalı .

    arif demir , 1992 - konya dogumlu
    arif abi benim manevi abimdi , lisede iki üst devredeydi . lise ikide tanıdım ve mezun olana kadar okulda bana göz kulak oldu , korudu kolladı , ben üniversite sınavlarına hazırlanırken oda polislik sınavlarına hazırlanırdı , benimde sorularıma bakar benimle ps oynar maça gider gezdirir ilgilenir abilik yapardı .
    abisi olmayan bir insana böyle güzel şeylerin yapılması ne demek inanın kimse bilmez .
    gelgelelim arif abim polisligi kazandı ve diyarbakırda görevine başladı . iki yıl sonra gönüllü olarak silvan a tayin istedi ...
    iki gün önce silvanda bir tır teröristlerce ateşe verilmişti ve itfaiye can güvenligimiz yok gerekçesiyle olay yerine gitmemişti .
    silvan eminiyet müdürlüğü tırı söndürmek üzere olay yerine bir toma gönerdi , toma olay yerine vardı ve tırı söndürmeye başladı . birden hain bir eldeki rpg-7 den fırlayan roket tomanın sürücü tarafına isabet etti .
    sürücü o an can verdi , vücudu paramparça , kanının aktıgı koltukta şehit oldu
    23 yaşındaydı tomanın şöförü , elinde silah yoktu çatışmaya bile girememiş , haince , kalleşce katledilmişti oracıkta , hayalleri , idealleri , umutları vardı . daha evlenmemişti bile .
    tomanın şöförü şehit polis memuru ARİF DEMİR ' di
    o benim biricik abim , anadolununda sayısız kahramanlarından sadece biri.
    mekanın cennet olsun , huzurla uyu abi ....
    0 1
  • hollande'nin paris saldırıları hakkında bu bir savaş sebebidir demesi ne anlama geliyor?

    Hollande'nin paris saldırılarının ardından yaptığı açıklama "Bu bir savaş sebebidir" aslında çok farklı anlamlar içermektedir. Bu olaylarda siviller katledilmiş olsa da Avrupa'nın işine yarayan en az 3 sonuç çıkmış veya çıkacaktır. Bunlar;

    1) Avrupa, mülteci akınının önünü kesinlikle kesecektir. Terör bahane edilecek ve istenmeyen mülteciler alımı durdurulacak. Burada saldırganların bazılarının Belçikalı olması da koz olarak kullanılacak, bu durum teröristlerin tüm Avrupa'ya yayıldığını belirtecek ve genel bir bariyer konulacak.

    2) Fransa eğer Suriye'ye direk savaş ilan edip, Nato'yu veya Birleşmiş Milletleri beklemeden hareket ederse bu durum sonucunda tamamen Rusya'nın elinde olan Suriye politikası ABD-Fransa işbirliğiyle el değiştirebilir. Fransa'nın ortadoğudaki hakimiyeti azımsanamaz derecedir. Öte yandan Hollande'nin G20 zirvesine katılmaması da bireysel hareket edeceğinin habercisidir.

    3) Eğer Suriye'de sıcak savaş girilirse Avrupa'nın şu anda yerlerde olan ekonomisi canlanacaktır. Burada en çok payı fransa ve abd kapacak, hem savaş sırasında silah ticaretinden parayı vuracaklar hem de sonrasında Suriye'yi kendi çıkarlarına göre yöneteceklerdir.

    Bu anlattıklarım size komplo teorisi olarak görünse de ileride karşılaşırsanız şaşırmayın.
    0 3
  • 2. dünya savaşında çizgi romanlar

    Bu yazımda 2. dünya savaşı sırasında oldukça popüler olan bir propaganda yöntemi olan çizgi romanlardan bahsedeceğim.
    Bu yöntem özellikle amerika tarafından kullanılsa da ( özellikle büyük buhran sırasında ve 2. dünya savaşının ateşli zamanlarında) miğfer devletler ve diğer müttefik devletlerde de sıklıkla kullanılmıştır. Ben amerika dan başlamak istiyorum. aslında 2. dünya savaşından önce de çizgiromanlar kullanılmaktaydı fakat özellikle
    Büyük buhran sırasında zaten canı sıkkın olan halkı biraz da olsa eğlendirebilecek, çoğu zaman siyasi içerikte olan fiyatı da makul seviyede olan çizgiromanlar basılmaya başlanmıştı
    1928 yılında Amazing Stories adlı yayıncı tarafından çıkarılan Buck Rogers isimli çizgi roman.


    2. dünya savaşı sırasında ise bir yandan savaşta olan amerika bu yönden de miğfer devletlere savaş açmış durumdaydı. Savaş Yazarları adı altında toplanan yayıncılar ve yazarlar gerek amerikan politikası hakkında gerek ise miğfer devletlerinin propagandalarını çürütmek amacıyla çizgi romanları araç olarak kullanmaktaydılar.

    Savaşın etkisi altında olan halkı bir nebze de olsa bu etkiden kurtarmak için eğlenebilecekleri ve de amerikan politikasını kavrayabilecekleri çizgi romanlar üretilmiştir. çizgi romanda altın çağ olarak adlandırılan bu dönemde Özellikle captain america, wondergirl ve superman önemli propaganda araçları olmakla birlikte captain marvel, batman, terror black ve daredevil gibi karakterler de propaganda aracı olarak kullanılmıştır




    İlk başlarda özel şirketler altında yapılan bu propagandaların yararını gören abd, özel superman, bir captain america kadar olmasa da kendi çaplarında çizgi romanlar yayınladılar


    temele inecek olursak bu propagandaların amaçları başlıca şunlardı;
    abd halkının düşmanlarını tanımasını sağlamak
    savaşın halk üzerindeki etkisini azaltmak
    miğfer devletlerini halk gözünde acımasız, katil statüsüne indirmek
    müttefik devletlerinin savaşının bir amacı olduğunu halka bildirmek
    miğfer devletlerin propagandalarını yalanlamak, çürütmek

    not: halihazırda çizgi romanın babası konumunda olan abd hakkında bilgi kolay bulunurken miğfer devletler ve diğer müttefik devletler hakkında bir araştırma gerekiyor. eğer sağlıklı kaynaklara ulaşırsam mutlaka ikinci, üçüncü bir part halinde yayınlarım)
    0 6
  • fransız devrimi

    Yasama meclisinde 745 milletvekili vardı. Bunlar ana hatlarıyla iki gruba ayrılmıştı. sağcı grup "feullant" adı verilen bir kulübe üye 246 milletvekilinden oluşuyordu. bu grup ne mutlak bir krallığa razı oluyor ne de tam bir demokrasiyi savunuyordu. 1791 anayasasına dayalı meşruti monarşiyi destekliyorlardı. kendi içlerinde "lameth" ve "la fayette" olarak ikiye ayrılmışlardı.

    solcu grup ise jakobenler olarak bilinen bir kulübe üye 146 mv.den oluşuyordu. bunlarında içinde çeşitli hizipler bulunuyordu. jakobenlerin çoğu banker, tüccar gibi orta sınıfa mensuptu. bunların dışında "bağımsızlar" ya da "anayasacılar"dan oluşan 345. mv vardı.

    feullantlar kulübüne, yalnızca 1791 anayasasını savunan bir grup ile ılımlı burjuvalar mensuptu. buna karşılık olarak jakobenlerr giderek daha halkçı hale gelerek, orta sınıfın yanında esnaf ve zanaatkarlarında desteğini almayı başardı. bu süreçte jakobenler sadece mecliste kalmamış, giderek halk içinde de yayılmaya başlamış ve ülkenin dört bir yanında açtıkları kulüplerle halkı da örgütlemişti. grubun en önemli sözcüsü ve devrimin neredeyse lideri haline gelecek olan Maximilien Robespierre ve yine dönemin en önemli hatiplerinden birisi olan jacques pierre brissot bu kulübe üyeydi.

    yasama meclisinde kral ile meclis arasında ortaya çıkan problemler giderek daha büyük anlaşmazlıklara sebep oluyordu. ekonomik sorunlar yine ortaya çıkmış, 1791 sonbaharında isyanlar yeniden patlak vermeye başlamıştı. bunların en büyük sebeplerinden birisi paranın değerinin düşmesi ve gıda maddeleri gibi en temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatlarının artmasıydı. halk, esnafı fiyatları düşürmesi için sıkıştırıyor, reddeden dükkanları yağmalıyordu. bunun yanı sıra gıdda maddesi taşıyan araçlar yağmalanıyor, halk tarafından el konuyordu. orta ve güney fransa da yeni meclise bağlı şato gibi yerler de yağmalanmaya ve ateşe verilmeye başlanmıştı.

    bu karışıklıkların üstüne, din alanında ki sorunlar da eklenmeye başladı. bunun başlıca sebebi "rahipler medeni yasasına" yemin etmeyen rahiplerdi. mevcut düzene karşı çıkmakla kalmıyor, ellerinden geldiği sürece devrime karşı olan halkı kışkırtıyordu.

    fransa daki bu karışıklıkları endişe ile izleyen diğer ülkeler devrimin kendi ülkelerine sıçrama ihtimalinden korkuyorlardı ve bu doğal olarak fransa için bir dış tehdit oluşturuyordu. bu karışık dönemde meclisin ürkek ve kararsız tutumu da olayların iyice alevlenerek artmasına neden olmuştu...
    0 2
  • vladimir putin

    Çok zorlu bir hayat sınavı vermiş bir liderdir. II. Dünya savaşının sonundaki Sovyet zaferinin 70. yılında "RUS öNCÜ" dergisi için yazan Putin annesi ve babasının yaşadığı zorlukları açıklamış.
    Sovyet donanmasının denizaltı filosunda görev yapan babasının savaş patlak verdikten sonra acilen Sivastopol'e çağrıldığını belirten Putin, şunları yazdı: "Sovyet donanmasına ait bir denizaltında çalışan babam, savaşın patlamasıyla birlikte acilen Sivastopol'e çağırılmış. Kendisi cephede savaşmak istediğini belirten bir dilekçe yazmış ama onu filoya göndermişler. Daha sonraları Leningrad'a gönderilen babam, burada bir saldırı sırasında ağır şekilde yaralanmış. Ayağını kesebilirlermiş ama iyi bir doktora denk gelmiş ve kurtarmışlar. Ancak bazı parçaları, kemiklere zarar vermemek için ayağın içinde bırakmışlar ve hayatının geri kalanında, ayağındaki şarapnel parçalarıyla yaşadı."
    "Annem ve babamın arasında çok farklı bir vefakarlık ve fedakarlık vardı. Ağabeyim henüz üç yaşındaydı. Kuşatma altında, açlık içinde yaşıyorlardı. Babam onu görmeye her gelişinde anneme, doktorlara ve hemşirelere hiç belli etmeden, hastanenin kendisine verdiği yemeği veriyormuş. Annem de yemeği gizleyip eve götürdüğünde, çocuğunun karnını doyuruyormuş. Sonra babam hastanede açlıktan bayılmaya başlamış. Neler olduğunu anlayan doktorlar da annemi bir daha hastaneye sokmamış."

    "Ağabeyim tahliye için annemden alınıp kreşe götürülmüş kreşteyken de difteri hastalığına yakalanıp ölmüş. Annemin yalnız kalması üzerine babama izin vermişler ve koltuk değnekleriyle eve gitmiş. Eve vardığında, sağlık görevlilerinin evden cenaze çıkardıklarını görmüş. Biraz ilerlediğinde taşınan kişinin annem olduğunu fark etmiş ve 'Daha yaşıyor! Görmüyor musunuz?' demiş. Sağlık görevlileri de 'Yolda ölür' yanıtını vermiş. Bunun üzerine babam, koltuk değnekleriyle üzerlerine atılmış ve annemin eve çıkarılmasını sağlamış. Sonuç olarak annem hayatta kaldı, ve 1999 yılına kadar yaşadı. Babam ise 1998 yılında hayatını kaybetti."
    O ölümden dönen kadın ise daha sonradan Putin'i doğuruyor ve Putin dünyaya geliyor. Sonrası ise malum KGB ajanlığından iktidara.
    Putin KGB ajanlığı sevdasını da şöyle anlatır:
    "Henüz lise birinci sınıftayken ajan olmak istiyordum. KGB’nin bizim bölgemizdeki bürosuna gittim ve isteğimi dile getirdim. Görevli memur, “Her çalışmak isteyeni buraya almadıklarını, ayrıca üniversite mezunu ol­mak gerektiğini” söyledi. Israrla “Hangi fakülte?”diye sorunca, “Hukuk, aldın mı şimdi cevabını” diyerek beni başından savdı, işte o günden itibaren hukuk fakültesine hazırlanmaya baş­ladım. KGB’ye girerken Stalin’in 1930’larda uyguladığı şiddet, baskı ve sürgüne gönderme politikalarından ha­berim yoktu. Casusluk filmleri ve romanlarının etkisi altındaydım
    0 1
  • vladimir putin

    @insearchofsunrise 'ın bu güzel yazısının devamını da ben özetleyeyim.
    Putin, 7 Ekim 1952'de eski Leningrad'da yani bugünün St. Petersburg'unda doğdu. O zamanlar komünizm dönemleri olduğu için komün apartmanlar vardı. Yani 5 katlı bir bina düşünün ki tek bir banyosu var o da binanın altında hep beraber tüm aileler orada duş alıyor. Komünizm hiçbir zaman Rus halkına zenginlik ve refah getirmemişti. Evet devlet güçlenmişti ama halk hep sefalet içerisindeydi. Bir pantolon için birbirini öldüren insanların olduğu dönemler bile yaşandı. Putin de bu ailelerden birisinin oğluydu. Abisini hiçbir zaman göremeyen ömrü boyunca abisinin mezarını arayan bir kardeşti. Çok çok sonra Putin'in tanımadığı kişiler abisinin nereye gömüldüğünü söylediler de haberi oldu. Neyse biz dönelim yine çocukluk dönemine.
    Fakir bir ailenin, asker bir babanın ve fabrika işçisi bir annenin oğluydu. Putin hayatını şöyle özetler "Ben sıradan bir aileden geldim, ve ömrüm boyunca da sıradan yaşadım. Sıradanlıkla olan bağlantımı ömrüm boyunca koruyabildim"
    Putin annesinden hep çok iyilik sever olarak bahseder. "Çok sade yaşardık, lahane çorbası ve pancake her zamanki menümüzdü ama pazar günleri özeldi işte o zaman pilav hatta et bile pişerdi" der.
    Putin doğduğunda babası savaşta ayağına saplanan şarapnellerden dolayı artık askerlik yapmıyordu. güvenlik görevlisi ve formen gibi pozisyonlarda görev alıyordu.
    Putin'in anlattığına göre babası 1911'de doğmuş. I Dünya savaşı döneminde ise insanlar yiyecek ekmek bulamayıp açlıktan ölmek üzere hale geldiklerinde babası da St. Petersburg'dan Pominovo köyüne taşınmış ve annesiyle burada tanışıp 17 yaşında evlenmiş. Babasının annesine ve çocuklarına ne fedakarlıklar yaptığını zaten insearchofsunrise çok güzel ve duygulu bir şekilde Putin'in ağzından yazısında belirtmiş.
    1960 ile 1968 arasında ise Putin ilk okuluna başladı. İlk okul yıllarını fırlamalıkla geçiren Putin o dönemler şimdi gördündüğü gibi sakin bir çocuk değildi. O dönem hocası babasıyla konuşmaya gitti "bu çocukta ışık var sokaklardan toplayıp okula gitmesi için motive edin" dedi. Ailesi başaramadı ama 6. sınıfta hayatta birşeyleri başarmanın ihtiyacını duyan Putin, 6. sınıftan sonra derslerini iyileştirmeye başladı ve sporla ilgilenmeye başladı. Özellikle Judo onun hayatının bir parçasıydı. Annesi ne kadar karşı çıkıp, "oğlum yine kavga etmeye gidiyor" dese de bir gün Putin'in hocasının gelip annesine Putin'in neler başardığını anlatması annesinin bu konuya bakış açısını değiştirmişti. Sekizinci sınıftan sonra ise liseye geçti. Kimya odaklı bir eğitim alan Putin 1970'de buradaki çalışmalarını da tamamladı.

    Başta denizci sonra pilot olmak isteyen Putin asıl isteğinin KGB'ye girmek olduğunu farketti. KGB için gerekli olan şeyin hukuk okumak olduğunu öğrenince. 1970'te Leningrad Devlet Üniversite'sinin hukuk bölümüne girdi. Bu arada şunu da belirtmek lazım o dönemlerde üniversiteye girmek çok zordu 100 kişilik sınıftan 10 kişi alınıyor onlar da daha sonra bir daha eleme sınavına giriyorlardı. 1975'te de buradan mezun oldu. 1970'lerin sonlarından itibaren ise Moskova'daki KGB okulunda eğitim gördü.

    Buradan sonrasını artık hızlı geçeceğim yoksa tüm hayatını yazmak lazım KGB kısmında çok derin hikayeleri var. Girersek gerçekten kayboluruz.

    KGB ajanı olan Putin, çok ağır şartlarda eğitim alıp, Doğu almanya gibi kritik görevlerde bulundu. 1999'da da Rus lider Boris Yeltsin'in başbakanını çıkarıp yerine Putin'i önermesiyle işler değişti. Başbakan oldu. Aralık 1999'da Yeltsin'in de istifa etmesiyle Putin başkan oldu . 2000 - 2008 arası hizmet verdi. Nisan 2005'te İsrail'e tarihi bir ziyaret yaptı. O zamana kadar İsrail'e ziyaret gerçekleştiren ilk Kremlin lideriydi. Ara dönemde halk yine Putin'i seçmişti ama 2008'de yerine Medvedev geldi. 2012'de yine Putin seçildi ve günümüzde hala kendisi başta bulunmaktadır. Anketlere göre halkın %70'inin gurur kaynağıdır.
    0 3
  • Hitler, Marilyn Monroe, Rothschild Ailesi ve Daha Fazlası

    Yazıyla ilgili bazı tespitlerim var, aşağıda belirteceğim ama önce kaynak konusuna değineyim. Kaynakları link olarak verirsek siteyi yasal sorumluluk altına sokmamış oluruz. @bosveryaaa arkadaşımız kaynağı belirtmiş zaten, ben bir de linkini vereyim. Çünkü makale alıntı kurallarına göre önce yazar,"makalenin adı (linkli), ve sitenin adı şeklinde belirtmemiz lazım. Ben kısaca linki belirteyim (bosveryaaa arkadaşımızın belirttiği kaynaktan aldım) http://selamordaki.blogspot.com.tr/2011/08/illuminati-hitler-marilyn-monroe.html

    Öte yandan yazı oldukça bilinçlendirici, herkes içinbir algı oluşmasını sağlayabilir fakat bence eksik. Bu konuda bosveryaa arkadaşımız zaten direk alıntı yaptığım için düzeltme yapmadım bir de buradan bak dedim demiş. Kendisini takip ettiğim üzere zannederim o da benim aşağıda tespit ettiğim eksikliklere katılacaktır fakat yazarın yazısına duyduğu saygıdan dolayı düzeltmemiştir. Kendisi adına konuşuyorum ama kusuruma bakmasın, düzenli olarak takip ettiğim oldukça kaliteli bir yazardır kendisi.

    Tespitlerim:
    Hitler'i yahudi soykırımı yapmak için başa getirdiler diyen bir insan ya hitler'i hiç okumamıştır ya da Yahudi soykırım sürecine haiz değildir. Yahudilerin çoğunluğu zaten Almanya ve Polonya'daydı eğer Hitler'in amacı sadece Yahudileri İsrail'e kaçırmak olsaydı Polonya işgalinden sonra süreci bitirirdi. Ne Fransa'ya Ne İngiltere'ye ne de Allah'ın danimarkasına Norveç'ine girerdi. Bu yorumu yapanlara artık çok sinirleniyorum. 16 yaşındaki çocukların bile ağzına düştü "Hitler Yahudi'leri İsrail'e kaçırmak için görevlendirildi" Yahudiler parayı seven insanlar zaten her aileye gidip "İsrail'e gidin şu kadar teşvik veriyorum" demek yeterli olabilirdi. Hitler'e bu kadar para yatırmaya gerek yoktu. Olay çok daha derin bu kadar sığlaştırmayın II. Dünya savaşını. Öte yandan Rusya'da 5 milyon yahudi vardı (ki bu Rusya toprakları için çok düşük bir miktar) buna rağmen Hitler Sovyetleri onlarca kez Mihver devletlerine davet edip savaşmak istemedi.
    Hitler'İn ki iktidar sarhoşluğudur. Ve adam yahudi soykırımı değil saf Alman olmayan herkesin soykırımını yapmıştır. Diğerleri de İsrail'e kaçsaymış o zaman. Ki İsrail'e kaçan kadar Japonya'ya, ABD'ye hatta Türkiye'ye kaçan Yahudiler de vardır. Düşündülüğü gibi hepsi İsrail'e gitmemiştir. Zaten bunda amaç da yoktur bu ailelerin odağı paradır. Din olsa kendisi de İsrail'de yaşardı.
    Öte yandan İsrail, I. Dünya savaşından sonra değil aslen Arap yarımadasındaki 6 yıl savaşlarından sonra oluşmuştur, 4 kat artırmıştır topraklarını.
    Yazıdaki Abraham Lincoln neden öldürüldü hala bilmiyorum sorusunun cevabını vereyim?
    Abraham Lincoln güneydeki tarım sektörünü bitirdi. Bıçak gibi kesti. Köleliğin kaldırılması Güneydeki tarım işçilerin tamamının kuzeydeki fabrikalara kaçması demekti. Bu nedenle de öldürülmesi için çok geçerli sebepleri vardı güneylilerin.
    Bunun dışında Rotshcild'lerin İngiltere ve Fransa savaş hikayesi o kadar basit değildir, Rotschild Fransa'yı maddi olarak desteklemiştir. (İngiltere'yi destekliyorum dese de iki taraftan da çıkarı vardır) savaşı kazanmak üzereyken 1 gün öncesinde medya gücünü kullanarak İngiltere savaşı kazandı diye yalan bir haber çıkarmış ve hisse değerlerini tavan yaptırmış o gün de tüm hisselerini en yüksek fiyattan satmıştır. Ertesi gün de İngiltere'nin savaşı kaybettiği öğrenilince o hisseler resmen alanların elinde patlamıştır.
    Sonra en dip fiyatından Rotschild'ler hisseleri tekrardan toplamışlardır. Bu sırada İngiltere'den sterlini, Fransa'dan da verdikleri borcu faizli olarak almışlardır. Yani bu politika dünya'da bir finansörün en fazla nasıl kar edebileceğini gösteren bir politikadır.
    Öte yandan şunu da belirtmek lazım; Çin tüccarları Çin ekonomisinin berbat olmasından yakınıp İngiltere'ye gelmiş ve bu durumu savaş ekonomisi çözer, Çin'e savaş açın demiştir. İngiltere de bunu ben karşılayamam Rotshcild'ler ile görüş diyince Çinli tüccarlar Rotshcild'lere gitmiş ve savaşı başlatmışlardır. Bunun karşılığında da İngiltere Çin'e girmiş ve Hong Kong'u Rotshchild'lere vermişlerdir. HSBC bankası da buradan gelmektedir. Hong Kong Shanghai Banking Company, yani İngiliz sandığımız HSBC aslında Yahudidir ve bir Hong Kong bankasının nasıl İngilizlerin olduğu da böyle açıklanmaktadır.

    Marilyn Monroe kısmına gelince (bkz:marilyn monroe) başlığında bosveryaa yazarımız çok güzel anlatmış durumu, bu yazıdakinden daha iyi anlatmış.

    Her okuduğumuzdan birşeyler çıkarabiliriz ama Japonların bir atasözü vardır onu da unutmamak lazım "her okuduğuna inanacaksan, okuma" bunlara yazarların makaleleri ve kitapları da dahil...
    0 2
  • fransız devrimi

    sağlık sorunlarım ve vizelerimin başlamasından dolayı bir hayli gecikti yazı farkındayım, kusura bakmayın. bu hafta da böyle olacak maalesef, hafta sonu elimden geldiğince yazacağım.

    burjuvazi 1789'da gösterdiği örgütlülüğü bu kez gösteremiyordu. köylü ayaklanmaları bir kez daha güçlü bir şekilde yayılmaya başladı. bütün bu olanlardan sonra "zengin burjuvazi" iktidarı kaybetme korkusuyla, krallıkla uzlaşma yoluna gitti.

    "orta burjuvazi" ise krala güvenmiyor iktidarını korumanın yolunu halkla birlikte hareket etmekte buluyordu. orta burjuvazinin önde gelenleri halktan kopmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. bunların yanında kral, ikiyüzlü bir politika sergiliyor bir yandan rahip ve aristokratların tekrar iktidarı alması için uğraşıyor diğer yandan alman prenslerine karşı savaş açılması ile ilgili meclis önerisi için zengin burjvazinin desteğini istiyordu. krallığın amacı böyle bir savaş sırasında ve sonrasında ülke tek yumruk olacak, krala yeniden eskisi gibi yetkileri geri verilecekti.

    zengin burjuvazi dediğimiz kesim yani brissot grubunun amacı ise (daha sonraları jirondenler oluyor) kralın ve saray erkanının gerçek yüzünü halka göstererek, zayıf düşmelerini sağlamaktı. bunların dışında krallık kendilerini destekleyen brissot grubuna arka çıktı ve savaş açılmış oldu.

    bu arada jakobenler içinde brissot grubu ile robespierre arasında ayrılıklarda başlamıştı. bu savaş siyasetine en büyük destek nasıl ki jakobenler içinden geldiyse, aynı şekilde en güçlü muhalefette jakobenlerden gelmişti. Robespierre krallığın ve savaşın amacını daha iyi kavramış, brissot'u 3 ay boyunca hiç durmadan eleştirmişti. bunun sonucunda sol grup kendi içinde hızla ikiye ayrıldı. robespierre jakobenlerin başında kaldı ve brissotun sözcülüğünü yapığtığı grup jirondenler olarak ayrıldı.

    jirondenlerin desteklemesi ile 25 martta i. françois'e ültimatom verildi ama bir karşılık gelmedi. daha sonra 20 nisan 1792'de avusturyaya savaş açıldı.
    0 2
  • kore savaşından sonra Kuzey kore ekonomik anlamda dibe vurmuşken güney kore nasıl patladı

    Arkadaşlar bu soruyu hep sorardım (yabancı arkadaşlarıma da) ve sonunda cevabını buldum sizle de paylaşayım.
    Hep merak etmiştim, Kore savaşından sonra sıfır ekonomiyle ayrılan Kuzey ve Güney kore iki kutba ayrılmıştı. 5 parasız bir şekilde. Peki nasıl oldu da güney kore ekonomik olarak bir anda dünya devi oldu? yatırım aldılarsa nasıl aldılar? ne yaptılar? Çok ilginç bir cevabı var.
    Kore savaşından sonra 5 parasız ayrılan Kuzey ve Güney Kore'de, Güney Kore yetkilileri kendi aralarında şu fikre sahip olmuşlardır "Şu an savaştan çıktık ve 5 paramız yok. Özel sektör yatırımlarına izin verirsek olmayan paramızı da denemelerle harcarız ve ekonomik olarak asla yükselemeyiz. Bu nedenle var olan kısıtlı bütçemizle hükümet kaynaklı 10'a yakın sanayi firması kuralım ve tüm bütçemizi bunlara yatıralım. Eğitimi bu firmalara göre düzenleyelim. Her mezun olan kişi bu şirketlerde çalışsın ve bu insanları şirketlerin ihtiyaçlarına göre eğitelim. Hem işsizliği sonlandırmış hem de nitelikli çalışan üretmiş oluruz"
    İşte bu mantıkla Güney Kore savaştan çıktıktan sonra Hyundai gibi Gemi, vagon üreten ağır sanayi firması kurmuşlar, Samsung gibi bilişim devlerine yatırım yapmışlardır. Üretip üretip ihraç etmişler, bu şirketlerin ihtiyaçları olan kişileri eğitmişler ve ekonomiyi çok kısa süre içerisinde zirveye taşımışlardır. Sonra da serbest ekonomiye imkan tanımışlar ve şirketleşmeye başlamışlardır. Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olmasının sebebi de buymuş. Bir dipnot daha vereceğim 100 yıl önce İsveç de aynı sistemi kullanmış. Yiyecek yemek bulamayan 3 öğün patates yiyen İsveç halkı gemilerle Amerika'ya göçermiş. Çeliği işlemeye başladıktan sonra Güney Kore'deki sistemin aynısı önce İsveç'te uygulanmış ve İsveç de ekonomisini sıfırken bu şekilde zirveye oturtmuştur.
    0 8
  • Amerika Birleşik Devletleri'nin Tarihi

    Evet arkadaşlar bildiğiniz üzere Amerika'nın tarihini ben anlatacağım. Öncelikle bu yazı dizisine Amerika'nın bilinenden farklı olan coğrafik özellikleri ve buna bağlı olarak aldığı göçlerden başlayacağım.

    Bugün bildiğimiz Amerika, tarihin sömürgecilik kuklası olan Kristof Kolomb ile başlar. Kolomb Amerika'ya vardığında yerli halk ile (Kızılderililer) karşılaşmış hizmetinde çalıştığı İspanya kraliçesine şu mektubu yazmıştır.
    "Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz. "

    Anlayacağınız üzere herşey Kolomb haysiyetsizinin yüzünden çıkmıştır.
    Şimdi gelelim Kolomb'dan öncesine. Bu yerli halk buraya nasıl geldi?

    Kızılderililerin Amerika'ya tam olarak ne zaman geldiği bilinmemektedir. Fakat çoğunluğunun buzul çağında Beringia üzerinden geldiği kabul edilmektedir.
    Son buzul çağında deniz seviyesi o kadar alçalmıştır ki (150 m'lere kadar) Asya ve Kuzey Amerika arasındaki denizin altında kalan Beringia üzerinden yürünebilir hale gelmiştir.
    Alaksa ile Sibirya'yı birbirine bağlayan Beringia, yerlilerin öncelikle Alaska'ya oradan da Amerika'ya geçmesini sağlamıştır. Bu göç dönemi 40.000 yıl öncesinden başlar ve 15.000 yıl öncesine kadar devam eder.
    Resim: Beringiya


    M.Ö. 18000 ile M.Ö. 8000 yılları arasında göçen bu kesim ise Paleo Kızılderililer olarak adlandırılır. Paleo kızılderililer zamanla Amerika'nın dört bir yanına saçılıp, buralarda kabileler kurmuşlar yerleşmişlerdir.
    Zaten son buzuk çağının ardından suyun yükselmesiyle Beringiya yine sular altında kalmış ve oradan göç mümkün olmamaya başlamıştır.
    Daha sonra yayılan nüfus Güney Amerika'ya kadar ulaşmış ve buralarda İnka İmparatorluğu gibi dev imparatorluklar kurulmuştur.
    Daha sonra ise zalim Kristof Kolomb'un seferleri başlamış ve ne huzur ne de düzen kalmıştır.
    0 4
  • Osmanlı İmparatorluğunda Yahudilerin Tarihi

    12 Ekim 1579'da Sokullu Mehmet Paşa hançerlenerek öldürüldüğünde Osmanlı'da duraklama dönemi başlamıştır. Bu duraklama dönemi de Osmanlı'da altın çağını yaşayan Yahudilerin ekonomik anlamda geri gitmesini sağlamıştır.
    Tabi ki şu sözü de unutmamak lazım" Ortaklık ya para kazanırken ya da kaybederken bozulur" durum da aynen böyle olmuştur. Gerilen ekonominin ardından Yahudilere karşı bir ayrımcılık ve azalan bir hoşgörü ortamı oluşmaya başlamıştır. Öte yandan ticaretin azalması, ticaretin çoğunu elinde tutan yahudileri kültürel olarak da Avrupa'dan uzak tutmuş artık Yahudiler kültürleri ve ilimleriyle birlikte Osmanlı'ya gelmemeye başlamıştır.
    Öte yandan Avrupa'nın desteğini arkasına alan Rumlar bu fırsattan istifade ederek Yahudileri yerlerinden edip yüksek mevkilere yerleşmeye başladılar. Yahudilerin yerlerini artık Avrupa'nın desteğini arkasına alan Hristiyanlar alıyordu.
    Yahudiler bu durumda da ayaklanmadılar. Balkanlarda çıkan ayaklanma zamanında da milliyetçilik akımı zamanında da ayaklanma gerçekleştirmediler ki 19. yy'a kadar devletin tebası olarak görülüyorlardı.
    17.yy Sabetay Sevi, yahudileri 2'ye böldü. Kendisini mesih ilan eden Sabetay Sevi musevi bir din adamıydı ve hemen hemen her kıtadan müriti vardı. Yahudiler yüzyıllardır bekledikleri mesihin geldiğini zannettiler. Sabetay Sevi, İzmir doğumlu birisiydi ve mahkemece müslüman edildi. Bunun ardından ise Sabetaycılık başladı. Kimlikleri müslüman içleri yahudi olan kişiler. Sabetay Sevi müslüman olduktan sonra müritlerinin bazıları takibi bıraktı bazıları ise onunla birlikte Müslüman oldu.
    Sabetay Sevi ile aradığını bulamayan Yahudiler, hayal kırıklığına uğramış öte yandan kültürlerini de kaybetmişlerdi. Ana dillerinde ibadet yapamıyorlardı İbranice artık hayatlarından çıkmıştı. Bunun üzerine Seferad yahudileri için özel bir kitap basıldı ve Yahudilerin anlayacağı dilde dinleri anlatılmaya başlandı.
    Öte yandan Vaka-yı hayriye döneminden önce iyice yozlaşan yeniçeriler artık kontrol edilemiyor ve Yahudi evlerini basıp yağmalıyorlardı. Yahudilerin huzuru ortadan kalkmıştı.
    II. Mahmud'un Yeniçerileri ortadan kaldırmasıyla derin bir nefes aldılar.
    Sultan Abdülmecid döneminde ilk gazetelerini çıkarmaya başladılar.
    19. yy'da Yahudiler iyice kültürel olarak yozlaşmışlardı. Yanlış hahamlar Yahudilerin yabancı din öğrenmesinin dinden çıkmak anlamına geleceğini bile söylüyorlardı. Bağnazlık iyice artar duruma gelmişti.
    II. Abdülhamid döneminde ise Siyonizm akımı baş gösterdi. Her zaman Kudüs'ün daha önceden Yahudi bir Kral tarafından yönetildiğini ve buranın kendilerine ait kutsal topraklar olduğunu düşünen Yahudiler, ayaklanma başlattılar. II. Abdülhamid onlara belirli imtiyazlar verse de onlar daha fazlasını istedi "Osmanlı himayesindeki Filistin'i"
    Siyonistler, Filistin'e karşı Osmanlı'nın tüm dış borçlarını silmeyi teklif ettiler. Fakat II. Abdülhmaid "Osmanlı Filistin'den çekilirse orada kıyamete kadar kan durmaz" dedi ve vermedi. En sonunda da Siyonistler sahte bir ayaklanma ve saray baskınıyla II. Abdülhamid'i tahttan indirdiler ve daha sonraları İsrail'i kurdular.
    II. Abdülhamid daha sonraları şunu ifade etmiştir "Yanarım yanarım da benim ülkemde beni tahttan indirmeye gelenlerin birinin bile ülkemin vatandaşı olmamasına yanarım" demiştir.
    (bkz:II. Abdülhamid'i Tahttan İndirmeye Gelen Kişiler)
    0 1
  • Osmanlı İmparatorluğunda Yahudilerin Tarihi

    2 Bölümde anlatacağım. 1. Bölüm hazırdır, iyi okumalar...

    Öncelikle şunu belirtmek lazım: Osmanlı Devleti Yahudilerin Dünya üzerinde en rahat yaşadığı yerlerin başında gelir. Osmanlı'dan önce yahudilerin yaşam hakkı bile sınırlıydı.

    Şimdi başlayalım Osmanlı'daki Yahudilerin durumuna.

    Yahudiler Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans)'dan önce bile anadoludalardı. Nadoludaki tarihlerinin M.Ö 4. yy'a kadar dayandığı söylenir. Selçuklu Devleti Yahudilere kucak açmış vergi karşılığında onların Anadolu'da barınmasına izin vermişti. Osmanlı devleti kurulduktan sonra ise Bursa'nın fethi ile birlikte Yahudilerin bu topraklara geri gelmesine izin verildi ve burada özgür bir şekilde yaşam sürdüler. Mal mülk sahibi oldular.
    Osmanlı Devleti gerçek anlamda Yahudilerle ilk defa İstanbul'un fethinden sonra iç içe oldu. Anadolu topraklarını ele geçiren Osmanlı bu topraklarda var olan Yahudilerle iç içe bir yaşam sürmek durumunda kaldı.
    Yahudiler o dönem Rumca konuşuyorlardı ve bu Yahudilere Romanyot denirdi.
    Yavaş yavaş Osmanlı vatandaşı olan Yahudiler buradaki yaşamın rahatlığını diğer Yahudilere de anlatınca Avrupa'dan kovulan yahudiler teker teker Osmanlı'ya gelmeye başladılar.
    Öte yandan Fatih Sultan Mehmed de Yahudilere çok güveniyordu. İstanbul fethedildiğinde Haliç neredeyse Yahudi egemenliğindeydi. Fatih Anadoludaki Yahudi cemiyetlerine de mektup göndererek oradakileri de İstanbul'a çağırdı. Gerçi Fatih Suktan Mehmet İstanbul'un kuşatılması sırasında yahudilere "Eğer yardım ederseniz, din ve vicdan özgürlüğünüz olacak, sinegoklar onarılacak" demişti ve sözünü de tuttu. Hatta bir süre sonra Yahudileri belirli vergilerden de muaf tuttu. Fatih'e göre Yahudiler Hristiyanlardan daha yakındı bize.
    1470'de Bavyera Kralı bile ülkelerinden kovmuştu Yahudileri onlar da Osmanlı'ya geldiler.
    1492 yılında ise II. Bayezid İspanyolların elinden kaçan büyük bir Yahudi kafilesini Osmanlı'ya kabul etti. Ve bunları yükselme döneminde Osmanlı için kalifiye eleman olarak nitelendirdi ve kritik yerlerde görevlendirdi. Hatta II. Bayezid şu ünlü sözlerini söyledi
    « Bu Krala (Ferdinand) nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz?
    Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor. »
    Nitekim de öyle oldu. Barut imalata ve top dökümü konularındaki uzmanlıklarını Osmanlı'da değerlendirdiler ve bu şekilde Osmanlı donanması çok güçlendi.
    Tüm Avrupa Yahudileri kovuyordu. 1497'de de Portekiz 4-14 yaşları arasındaki tüm çocukların vaftiz edilerek Hristiyanlaştırılacağını belirtmişti. Bu da Yahudilerin dinlerini yaşayamaması demekti. Onlar da soluğu Osmanlı'da buldular.
    Özellikle 15. ve 16. yy'ın Osmanlı'nın yükseliş dönemi olduğunu da göz önünde bulundurursak Yahudiler için Osmanlı o dönemler yeryüzündeki en kıymetli yerdi.
    Osmanlı'ya da faydaları olmadı değil. Mesela Osmanlıya ilk matbaa'yı Yahudiler getirdi. Daha sonra Osmanlı'da devlet makamlarında da yükselmeye başladılar. Aslen bir harmoni mevcuttu. Rahat bir şekilde bir İslam devletinde dinlerini yaşıyorlardı.
    Osmanlı Yahudiler için sanki bir kurtuluştu, Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı fethettiğinde Yahudiler Osmanlı'yı ayakta karşıladılar. Yavuz Sultan Selim, Yahudilere o kadar güveniyordu ki sarayın mali işlerini, hatta para basımını bile Yahudilere bırakmıştı.
    Kanuni döneminde de Osmanlı'ya müthiş bir sevgi vardı. Kanuni Macaristan'ı fethetmeye gittiğinde ülkede sadece Yahudiler kalmıştı, diğer herkes göç edip ülkeyi terk etmişti. Ama onlar da kendilerine verilen görevleri yaptılar. Yolsuzluk yapanı Devlete bildirdiler, imparatorluğun çıkarları için çalıştılar. O dönem yahudilerinin bugünkü İsrail hükümetinin başındaki yahudilerle alakası yoktu.
    16. yy'da da bu durum böyle devam etti. Hristiyanların fethettiği her yerden Yahudiler kaçıyor, Osmanlı'ya geliyorlardı. Yahudiler resmen Papa'dan nefret ediyordu.
    Kanuni Kudüs'ü fethettiğinde de derin bir nefes aldılar.
    Hatta eski diplomat Abba Eban, Mon Peuple adlı kitabında şöyle der:
    « İranlılardan, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye lâyık görülen Kudüs ve Yahudi halkı, Ancak Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethetmesinden ve bu fethin Kanuni tarafından takviye edilmesinden sonradır ki, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendi. »
    Bunun üzerine Kanuni'nin Kudüs duvarlarını tamir ettirmek için Mimar Sinan'ı görevlendirmesi ise Yahudilerin gönlünü feth etmiştir. Yahudiler Kanuni'ye gönülden bağlanmışlardır. Hatta hala İsrailliler bile o dönemden dolayı minnnettarlıklarını sunarlar.
    Herşey çok iyi gidiyordu, ta ki Sokullu Mehmet Paşa hançerlenip öldürülünceye kadar. Şimdi işler değişecekti...
    0 4
  • II. Abdülhamid Döneminde Kurban Bayramları

    Bildiğiniz üzere II. Abdülhamid sosyal reformalara oldukça önem veren bir padişahtı. Hem İslam Halifesiydi hem de eğitime oldukça fazla önem verirdi (nadir bulunan bir özellik)

    Bu sosyal reformların en güzellerinden birisi de kurban bayramlarında gerçekleşirdi.
    II. Abdühamid, kurban bayramlarında kendi kesesinden ödediği paralarla Darülaceze, medrese, cami ve tekke gibi dinî kurumlara kurbanlık koyun gönderirdi.
    Arife günü ilgili kurumlara ulaşan bu koyunlar kesilerek yoksul halka dağıtılırdı. O dönem için oldukça ciddi büyüklükteki bu para sultanın kesesinden karşılanırdı.
    Ordudaki askerler de asla unutulmazdı. Askerler ramazan bayramalrında peynirli pide, şeker ve kavurmalı pilav ile hediyelendirilirlerdi.
    Bir farklı uygulama da hapishanedekiler için gelirdi. Cezasının 3'te 2'sini çekmiş mahkumlar af edilirdi.
    1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Girit olaylarına denk gelen kurban bayramında ise oldukça değişik bir uygulama yapıldı. Girit'de zorluk çeken Müslümanlar için kurban kesilmedi ve o paralar Girit'teki Müslümanlara yardım eden komisyona bağışlandı.
    Öte yandan II. Abdülhamid, Hicaz demir yolu için tüm islam aleminde kampanya başlatmış ve tüm İslam alemindeki kurban derilerini toplatarak bunu müzayede sattırmış ve elde edilen gelirleri demiryolu inşaatına aktarmıştır.
    Sultan II. Abdülhamid Osmanlı'daki kurban bayramlarının reformunu gerçekleştiren padişah olarak bilinir.
    0 1
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.