insearchofsunrise
elektrik aşkı
En Beğenilen Yazar Sırası
:
1
Toplam Başlık Sayısı
:
164
Toplam Puanı
:
1051
Toplam Giri Sayısı
:
604
Bu Ayki Puanı
:
26
En Aktif Yazar Sırası
:
1

insearchofsunrise Sözlük Seceresi

  • 10 Kasım'da bile Atatürk'e hakaret edenler

    Özellikle sosyal medyada gördüklerim ve okuduğum yorumlar beni hayretler içerisinde bıraktı. Nasıl bir millet olduk biz, insanların görüşlerine ne kadar saygısız olduk?
    Bizim milletimiz Ramazan'da oruç tutmasa da bile iftardan önce yemek yemez, öğle yemeklerini gizli gizli yerdi. Aç birisi görür de canı çeker diye restorantlarda içeride otururdu. Müslüman olmayan bile ibadet edene saygı duyardı, bayramını kutlardı. Şimdi görüyorum ki Atatürk'ü aşağılayanlar birçok insanın yasta olduğu bugünde bile propagandalarına devam ediyor. Hala Atatürk'e özlem duyan insanları aşağılayıcı Atatürk'e hakaret edici yorumlar yaparak inananları en hassas gününde provoke ediyor. Gerçekten ne kadar saygısız bir millet olduk biz? Herşeyi bırakın burada Atatürk'e sayanların düşüncelerini çürütecek binlerce şey yazabilirim ama onu da bırakın bugün bile saygı göstermeyi düşünemediniz mi? Bugün bile mi kutuplaşmamız gerekirdi? Ne hale geldik bir geri adım atıp da bir bakın, bir düşünün....
    0 5
  • Amerika Birleşik Devletleri'nin Tarihi

    Evet arkadaşlar bildiğiniz üzere Amerika'nın tarihini ben anlatacağım. Öncelikle bu yazı dizisine Amerika'nın bilinenden farklı olan coğrafik özellikleri ve buna bağlı olarak aldığı göçlerden başlayacağım.

    Bugün bildiğimiz Amerika, tarihin sömürgecilik kuklası olan Kristof Kolomb ile başlar. Kolomb Amerika'ya vardığında yerli halk ile (Kızılderililer) karşılaşmış hizmetinde çalıştığı İspanya kraliçesine şu mektubu yazmıştır.
    "Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz. "

    Anlayacağınız üzere herşey Kolomb haysiyetsizinin yüzünden çıkmıştır.
    Şimdi gelelim Kolomb'dan öncesine. Bu yerli halk buraya nasıl geldi?

    Kızılderililerin Amerika'ya tam olarak ne zaman geldiği bilinmemektedir. Fakat çoğunluğunun buzul çağında Beringia üzerinden geldiği kabul edilmektedir.
    Son buzul çağında deniz seviyesi o kadar alçalmıştır ki (150 m'lere kadar) Asya ve Kuzey Amerika arasındaki denizin altında kalan Beringia üzerinden yürünebilir hale gelmiştir.
    Alaksa ile Sibirya'yı birbirine bağlayan Beringia, yerlilerin öncelikle Alaska'ya oradan da Amerika'ya geçmesini sağlamıştır. Bu göç dönemi 40.000 yıl öncesinden başlar ve 15.000 yıl öncesine kadar devam eder.
    Resim: Beringiya


    M.Ö. 18000 ile M.Ö. 8000 yılları arasında göçen bu kesim ise Paleo Kızılderililer olarak adlandırılır. Paleo kızılderililer zamanla Amerika'nın dört bir yanına saçılıp, buralarda kabileler kurmuşlar yerleşmişlerdir.
    Zaten son buzuk çağının ardından suyun yükselmesiyle Beringiya yine sular altında kalmış ve oradan göç mümkün olmamaya başlamıştır.
    Daha sonra yayılan nüfus Güney Amerika'ya kadar ulaşmış ve buralarda İnka İmparatorluğu gibi dev imparatorluklar kurulmuştur.
    Daha sonra ise zalim Kristof Kolomb'un seferleri başlamış ve ne huzur ne de düzen kalmıştır.
    0 4
  • Rus Uykusuzluk Deneyi (+18)

    Rus uykusuzluk deneyi 2010 yılında ortaya atılmış bir hikayedir fakat doğruluğu henüz hiçbir belge ile kanıtlanmamıştır.
    Anltılana göre deney şöyledir:
    Denekler 2. Dünya Savaşı’nda düşman olarak kabul edilmiş politik tutsaklardı. Oksijen seviyesinin dikkatlice kontrol edildiği odalarda kalıyorlardı. Kamera sistemleri kapatılmıştı, yani onları izleyebilmek için sadece mikrofonlar ve 5 inçlik kamara penceresine benzeyen gözlem camları vardı. Oda kitaplarla, yataksız karyolalarla, su ile, ayrıca 5′ine de 1 ay yetecek kadar yiyecekle doluydu.

    İlk 5 gün her şey iyi gidiyordu; denekler 30 gün boyunca uyumadan teste dayanırlarsa serbest bırakılacakları konusunda anlaşmılardı. Günden güne onların her hareketlerini ve aktivitelerini izlerlerken, zaman geçtikçe, geçmişlerindeki travmatik olayları konuştuklarını fark ettiler. 4 gün boyunca bu durum giderek karanlık bir hal aldı.
    5 günden sonra, Koşullar hakkında şikâyet etmeye ve onları yönetenlerin nerede olduğunu araştırmaya başladılar. Birbirleriyle konuşmayı kestiler ve mikrofonlarla tek taraflı camlara fısıldamaya başladılar. İşin garibi, bu deneyi diğer deneklerin üzerlerinden kazanabileceklerini düşünmeye başladılar. Araştırmacılar başta bunun gazın bir yan etkisi olduğunu düşündüler.
    9 günden sonra ilk denek çığlık atmaya başladı. 3 saat boyunca, odanın içinde koşarak bağırdı. Denek bağırmaya devam ediyordu ama çoğu zaman çıkan ses gürültüden ibaretti. Denek hiç bir şey söylemeden bağırıyordu. Araştırmacılar, deneğin ses tellerini parçaladığını ileri sürdüler. Daha ilginç olan şeyse diğer deneklerin buna nasıl tepki verdiği, ya da tepki vermedikleri idi. İkinci denek de çığlık atmaya başladı, geri kalanı ise mikrofonlara fısıldamaya devam etti. Diğer çığlık atmayan denekler kitapları parçalara ayırdı, sayfaları tek tek yüzlerine sürüp sakince gözlem camlarına yapıştırdıklarında, çığlıklar hemen kesildi.

    3 gün daha geçti. İçerideki 5 deneğin sesi kesildiğinde araştırmacılar mikrofonların çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Mikrofonlarda sorun yoktu. Odadaki oksijen seviyesi, hepsine yetecek düzeydeydi. 5 denek ağır egzersizler yapınca oksijen seviyesi düşüyordu. 14. günde araştırmacılar deneklerden hiç bir veri alamayınca odaya girmeye karar verdiler. Onların ölmüş olmalarından endişeleniyorlardı. Veya bir tür bitkisel yaşama girdiklerinden…

    Anons ettiler: “Mikrofonları kontrol etmek için içeri giriyoruz, kapılardan uzak durun ve yere yatın. Aksi hâlde vurulacaksınız. İtaat edeninizden birisi özgürlüğüne hemen kavuşacak.”
    İçeriden sakin bir Ses cevap verince şaşırdılar: “Artık özgür olmak istemiyoruz.” Askeri güçler ve araştırmacılar arasında bir tartışma patlak verdi. Daha fazla tepki alıp kışkırtmamak için 15. günün gece yarısı odanın kapısının açılmasına karar verildi. Oda birden temiz havayla doldu ve uyarıcı gaz dışarı boşaldı. Mikrofonlar anında çalışmaya başladı. 3 farklı ses yalvarmaya başladı; dışarıda onları bekleyen aileleri, sevdikleri olduğunu yakarıyorlardı. Askerler denekleri almak üzere odaya gönderildi. Şimdiye kadarki en yüksek çığlık, içeriye giren askerlerden geldi. 5 denekten 4′ü hâlâ yaşıyordu, tabii buna yaşamak denirse.
    Yiyecek erzaklarına çok dokunulmamıştı.Deneklerden birisi ölmüştü. Kalçasında ve göğsünde topat topak et doldurulmuştu. Odanın ortasındaki giderin üstünde duruyordu, suyun geçmesini engellediği için oda 4 inç suya kaplanmıştı. Su sandıkları sıvının kan olduğu o an farkedilemedi. “Kurtulan” 4 deneğin sakalları uzamış, derileri adeta paramparça olmuştu. Tırnaklarındaki parçalar bu yaraları kendilerinin yaptıklarını gösteriyordu, araştırmacıların düşündüğü gibi dişlerle değil… Yaralar ve oyukların açıları, konumları hepsini kendilerinin yapmadığını gösteriyordu. Birbirlerine de saldırıyorlardı.

    4 deneğin de karın bölgesindeki organlar ve kaburgaları hemen hemen yok gibiydi. Kalp, akciğerler ve diyafram yerine, deri ve kaburgaya bağlı kasların çoğu akciğerlerle beraber göğüs kafesinin dışına sarkmıştı. Kan damarları ve organlar sağlam kalsa da, diğerlerini çıkarıp yere atmışlardı. Fakat denekler hâlâ ”yaşıyorlardı”. Dördünün de sindirim sistemleri çalışıyordu. Günler sonra istifra ettiklerinde, aslında yediklerinin kendi etleri olduğu ortaya çıktı. Çoğu asker Rus özel servisinde çalışmıştı fakat hiçbiri odaya girip denekleri kaldırmaya cesaret edemedi. Askerler odadan çıkarılmaları için yalvarıp bağırırken gaz geri geldi, uykuya daldılar…

    Deneklerin odadan çıkarılmamak için verdikleri mücadele herkesi çok şaşırttı. Bir Rus asker boğazına saldırılması sonucu öldü, bir diğeri ise testisleri koparıldığı ve bacağı deneklerden birinin dişleriyle kemirildiği için yaralandı. Diğer 5 asker ise hayatlarını intihar ederek kaybettiler.
    Yaşayan 4 denekten birinin dalağı patladı ve dışarı doğru kanamaya başladı. Tıbbi araştırmacılar onu sakinleştirmeye çalıştılar ama bu imkansızdı. Bir insanın alabileceği mofinden daha fazla almasına rağmen hâlâ köşeye sıkışmış bir hayvan gibi mücadele ediyordu. Bir doktorun kolunu ve kaburgasını kırdı. Deneğin dolaşım sisteminde kandan çok hava vardı. Kalbi durduğunda bile bağırmaya devam etti 3 dakika boyunca kendini dövdü. Herkese saldırıp “Daha fazla!” kelimelerini tekrar ederken gittikçe güçsüzleşti, yavaşladı ve sessizce yere yığılıp hayatını kaybetti.
    Sağ kalan 3 denek tam donanımlı bir tıp merkezine taşındı. Sağlam ses telleri olan 2 denek uyanık kalabilmek için daha fazla gaz talep ediyorlardı. Deneklerin organlarını tekrar yerleştirme aşamasında sakinleştirici ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmış oldukları keşfedildi. Deneklerden biri bağlanmış olduğu iplere rağmen, öfkeyle etrafa saldırıyordu. En sonunda 4 inçlik deri kelepçeleri yırtmayı başardı. Bunu yaptığında kolunu 200 poundlık bir asker sıkıca tutuyordu. Deneği sakinleştirmek için normalin üzerinde anestezi kullanıldı ve gözleri kapandı. Kalbi durmuştu… Otopsi testlerinin sonuçları kanın içindeki oksijen miktarının olması gerekenden 3 kat fazla olduğu gözlemlendi. Kasları iskeletine o denli yapışmıştı ki karşı vermeye çalışırken 9 kemiğini kırıldı.

    2. Hayatta kalan ise 5 kişinin arasında ilk çığlık atanlardandı. Ses kayıtları yok edilmişti.Yalvaracak durumda değildi, tek yapabildiği kafasını düzensiz bir şekilde haraket ettirmekti. Bunlar anesteziden doğan sonuçlardı. Bir sonraki ameliyatta yeniden anestezi verildi. Organlarını yerleştirirken 6 saat boyunca hiç tepki vermedi. Bir hemşire, birkaç kez, hastanın ameliyat esnasında gülümsediğine şahit oldu. Ameliyat bittikten sonra hasta mırıldanmaya başladı. Doktorlardan biri, hastanın önemli birşey söylüyor olabileceğini var sayarak kalem ve not defterini alıp yanına gitti. Hastanın dudaklarından dökülen kelimeler sonucunda odadakilerin dehşeti katlandı: “Kesmeye devam et.”
    Diğer iki deneğe de aynı ameliyatda yapıldı. İkisine de anestezi yerine onları felç eden bir ilaç verildi. Ameliyatı gerçekleştirmek imkansızdı çünkü iki hasta da gülüp duruyordu. Tekrar konuşabilecekleri zaman canlandırıcı gaz istediklerini söylediler. Araştırmacılar onlara neden kendi bağırsaklarını parçaladıklarını ve tekrar gaz verilmesini istediklerini sordular. Tek cevap şuydu: “Uyanık kalmam gerek.”

    Kalan üç deneği daha sıkı bağladılar ve onlarla ne yapılacağına karar verene kadar bekleme odasına geri gönderdiler. Burada Komutan tekrar gaz verildiğinde ne olacağını merak ediyordu. Araştırmacılar buna itiraz etti ama kimse dinlemedi.
    Odanın içinde tekrar mühürlenmeye hazırlanan denekler EEG monitörüne bağlıydı. Süpriz olan şey ise tekrar gaz alacaklarını duyduklarında çırpınmayı bıraktıklarıydı. Denekler uyanık kalmakta kendilerini zorluyor gibidiler. Bir tanesi mırıldanarak konuşmaya çalşıyordu. Diğer denekler kafasını yastığa dayamıyor ve sürekli göz kırpmaya çalışıyordu. EEG monitöründe görülen beyin dalgaları şaşırtıcıydı. Raporlarına bakarken bir hemşire hastalardan birisinin kafasını yastığa deydirdiği anda gözlerinin kapandığını fark etti. Beyin dalgaları direk rem uykusuna girdiğini gösteriyordu. Sonra tekrar eski durumuna döndü. Döndüğü anda ise kalbi durmuştu…

    Kalan 2 denek ise tekrar mühürlenmek için çığlık atmaya başladı. Beyin dalgaları tıpkı uykudan ölen deneğinki gibi oldu. Komutan 2 deneğin tekrar mühürlenmesini emretti. Yanlarında olan 3 araştırmacıya mühürleme emiri verildi. Araştırmcılardan birisi silahını çekip komutanı vurdu. Sonra sessiz olan deneğe silahı doğrulltu ve beynini dağıttı. Silahı son kalan deneğe doğrulttu.”Bu şeylerle aynı yerde kilitlenmiyeceğim!” Adama çığlık attı. “Nesin sen!?” “Bilmek zorundayım!”
    Denek gülümsedi: “Bu kadar kolaymı unutun?” “Biz siziz. Biz sizin içinizde yatan deliliğiz, her an serbest olmayı bekleyen çılgın hayvanlarız. Biz yatağınızın altında saklananlarız…”
    Kaynaklar: Araştırmacı durdu. Sonra silahı deneğin kalbine doğrultup ateş etti. Denek ölmek üzereyken, “Nerde..yse .. özgür…” dedi.
    Kaynak: Altıntıdır, Deepweb, Hürriyet
    0 2
  • Rusya'nın Narenciyesini Suriye'den Almaya Başlaması

    Rusya, narenciye ihtiyacını artık Suriye'den karşılayacakmış. Ana kalemler olarak portakal ve limon gidecekmiş.
    Şimdi rakamlara bir bakalım,
    Rusya 2015 yılının Kasım ayına kadar yani 11 ayda Türkiye'den 704.6 milyon dolarlık meyve-sebze ithal etti. Bunun 350 milyon dolardan fazlası sadece domates.
    Öte yandan Rusya tüm limon ihtiyacının %90'ını Türkiye'den ithal ediyor. Aynı şekilde yaş meyve sebze ihtiyacının da %20'sini.

    Şimdi bir de Suriye'ye bakalım. Zaten Suriye'de üretilen toplam narenciye yılda 1 milyon adet. Bunun da yarısı iç pazara gidiyor. Yani ihraç edebilecekleri toplam miktar zaten 500 milyonu geçemiyor. Bırakın bunu şu an tarımsal alan yok heryer bombalanıyor.
    Bir tek Lazkiye güvenli bölge ama bölgede kullanılan kimyasal silahların varlığını düşünürsek Suriye'de yetişen tarım ürününü yemek yürek ister.
    Rusya bu tür haberlerle güçlü görünmeye çalışıyor ama Suriye'nin narenciyesi Rusya'nın dişinin kovuğuna yetmez.
    2016 yılı Rusya için kötü geçecek. Öncelikle petrol fiyatlarının şu an 29 dolar, önümüzdeki aylarda 20'ye kadar düşecek olması, sonrasında ise rublenin değer kaybetmesi Rusya'yı belli ki resesyona sokacak. Güçlü görünmek zorundalar çünkü çok geniş topraklara sahipler, herkesin o topraklarda gözü var, güçsüz görünürlerse bulaşan olur. Ama bu kadar kasılıp da ilişkileri kötüleştirmek de çok doğru bir politika değil.
    Ben bizzat Rus arkadaşlarımla iletişim halindeyim 10 yıllık tecrübesi olan müdürler bile işten çıkarılıyor ekonomi yerlerde. Putin'in gövde gösterisi yapmak yerine ilişkileri iyileştirmesi lazım. Petrol'ün gidişatı kötü.
    0 0
  • II. Dünya Savaşı ile ilgili en iyi filmler

    Sitedeki bu galeriye şahsen imzamı atarım.
    http://www.tarihiolaylar.com/galeriler/ii-dunya-savasi-ile-ilgili-en-iyi-filmler-737

    Bu siteyi gerçekten çok seviyorum nedeni ise gerçekten tarihi bilmeleri. Listede Pearl Harbor gibi yanlı filmlerin olmaması ve Das Boot gibi yeni neslin bilmediği şaheserleri gündeme getirmeleri vs gerçekten çok takdire şayan.
    0 6
  • türkiyede petrol olmaması

    Bu sorunun cevabını en güzel "There will be blood" filmi verir.
    Orada şöyle bir öykü vardır. Petrol avıcısı bir adam oğluyla birlikte petrol avına çıkar ve bir kasabada petrol keşfeder. sonra teker teker petrol yatağının üzerindeki arazi sahipleriyle anlaşır ve arsalarını alarak petrol çıkarmaya niyetlenir. Fakat yatağın tam üzerindeki arsanın sahibi dindar bir adamdır ve asla kapitalistlere arazisini satmayacağını söyler. Bizim adam başlar bu arsanın etrafında arsaya dokunmadan petrol çıkarmaya. Yıllar geçer arsasını satmayan ihtiyar ölür ve ihtiyarın petrol yatağı üzerindeki arsasını petrol avcısına satmaya çalışırlar. @bjornzkan burada Petrol avcısı sorduğun sorunun cevabını verir. Araziyi satmaya gelen kilise papazına, "karşı odaya geç" der ve şu cümleleri kurar "Senin elinde milkshake var benim elimde ise pipet. Sen karşı odada beklerken ben pipeti duvardaki delikten uzatıp bardağına soktum ve içtim. Artık bardağın boş. İşte o arsaya da tam bunu yaptım. Ben zaten etrafına kurduğum düzenekle o arazinin altındaki petrolü de çektim, orada hiçbirşey kalmadı."
    0 0
  • Amerika'nın Ortadoğu Politikası

    Bu hikaye 1. Dünya savaşından öncesine dayanır. Amerikan siyonistleri II. Abdülhamid'e Filistin'i, Musul ve Kerkük'ü vermesi karşısında Osmanlı'nın tüm dış borcunu silmeyi teklif etmiştir fakat II. Abdülhamid bunu kabul etmemiştir.
    Daha sonra Sevr antlaşmasıyla Ortadoğu'nun iplerini eline geçirecek olan İngiltere'ye bir Amerikan darbesi gelmiştir. Buradan sonra anlatacaklarım benim şahsi düşüncem ve çıkarımlarımdır.
    Bolşevikleri destekleyen ve komünizmi oluşturan siyonistler Sovyetlere yardım etmeye devam etmişler. Amerikan dolarını da halen basmakta olan Rothschild gibi aileler Kurtuluş savaşında da hem askeri olarak hem silah olarak hem de bence kesinlikle maddi olarak destek verip Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına yardım etmişlerdir. O dönemin şartlarında İtilaf devletlerini sıfır ekonomi ile ülkeden kovmak hiç kolay birşey değil sivil örgütlenme ile olacak birşey hiç değildir kesinlikle ben ciddi bir maddi yardım olduğunu düşünüyorum. Ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulumu ve Sevr antlaşmasının iptali ile Ortadoğunun hakimiyeti İngilizlerin elinden gitmiştir. Burada Amerikan politikası başlamıştır. Fakat Atatürk yine bence bekledikleri gibi davranmamış ve I. Dünya savaşında kaybettikleri yerleri geri almaya başlamış, hatta Musul ve Kerkük'ü de hedeflemiştir. Türkiye'nin bağımsız ilerlemesini durduramayan siyonistler veya büyük aileler Atatürk'ü ne halk darbesiyle ne de ayaklanmayla indiremeyecekleri için yine bence öldürmüşlerdir.
    Bu noktadan sonra Irak, Suriye ve diğer Arap ülkelerine bölünen petroller artık İngilizlerin kontrolünden çıkmış belirli bölgelere Chevron gibi Amerikan petrol firmaları yerleştirilmiştir. Herşey tıkırında gitmektedir bölgedeki terör örgütleri petrolü devletlerden daha ucuza çıkarmaktadır. Ta ki Saddam Hüseyin'e kadar. Saddam Hüseyin hem Kürtleri hem de Iraklıları kontrol edebilen bir eski CIA ajanı olduğundan dolayı Saddam Hüseyin'den petrolü almak kolay olmamıştır. Saddam Hüseyin petrole ambargo koymuş, dolarla değil altınla satmıştır. Amerikan ekonomisi altınla petrol alırsa çökeceğini bildiğinden tek çare Saddam'ı indirmişlerdir ve bu olaydan sonra o bölgede tekrar bir idari yönetim yerine karışıklık politikasını sürdürmüşlerdir. YPG'nin çıkardığı petrolü ucuza alan Amerika halinden memnundur. Fakat bu sefer de Suriye sorunu baş göstermiş Esad petrole yarı ambargo koymuştur bu sefer aynı idaresizlik politikası Suriye'ye uygulanmıştır. Arap baharı, Suriye İç savaşı, çeşitli terör örgütlerinin hepsi ABD'ye yaramıştır çünkü ABD hem silah satıp hem de petrolü her seferinde daha da ucuza satın almıştır. ABD'nin ortadoğu politikası karışıklıktan çıkar sağlamaktan ibarettir.
    0 2
  • Rıfat Börekçi

    Rıfat Börekçi Türkiye'nin ilk diyanet işleri bakanıdır.
    Rıfat Börekçi, kefen parası olarak tabir edilen meblağı Mustafa Kemal’i ziyareti sırasında Milli Mücadele için bağışlamıştır. Vatan sevgisi yüksek bir diyanet işleri bakanıdır.
    0 0
  • Bir Big Mac İçin Türk'ün 3 saat 52 dk Çalışması Gerekirken Finlandiyalının 16 dk Çalışması

    Bugün Milliyet'te gördüğüm bir haberdir. Financial Times'ın araştırmasına göre Türkiye'de asgari ücretli bir çalışanın Big Mac alabilmesi için 3 saat 52 dakika çalışması gerekirken bir asgari ücretli Finlandiya vatandaşının aynı Big Mac'i ülkesinde yemesi için 16 dk çalışması yeterli.
    Bu haberden çıkarılması gereken şudur. Dünya'da Big Mac Balance denilen birşey vardır yani Big Mac dengesi. Ülkelerin ekonomisi vatandaşlarının Big Mac alabilme kapasitesine göre ölçülür çünkü Mc Donald's fiyatlandırmayı ilgili ülkenin Satın alma gücü partiseine göre düzenlemektedir.
    Sonuç şudur ki bir Danimarkalının satın alma gücü, bir Türk'e göre yaklaşık 15 kat daha yüksektir.

    Şimdi o ekonomimiz süper, çok güçlü bir devletiz diyen arkadaşlara bir çift sözüm var. Biz 3 tarafı denizlerle çevrili, iklimi hem tarıma hem hayvancılığa elverişli, yer altı kaynakları olan (bor, volfran) olan bir ülkeyken Allah'ın Danimarka'sı Kuzey'e yakın elverişsiz bir iklimde bu seviyede bir ekonomiye sahip olabiliyor ve biz hala kendimizi iyiyiz diye uyutuyorsak milletçe geri zekalıyız.

    Ben sanayileşememeyi, tarımı göz ardı etmeyi, İsrail'den tek kullanımlık tohum almayı, domates kökü ithal etmeyi kendime yediremiyorum. Adam çölün ortasında bir tohumdan 8 kök çıkaracak tohumu geliştirirken ben maksimum bursada bir tohumdan 4 kök çıkartabiliyorsam, ülke ortalaması da 2 kök ise biz milletçe geri zekalıyız.

    Biz hala sanayileşemiyorsak, aselsan mühendislerimize bile sahip çıkamıyorsak, suikast soruşturmalarının üstünün örtülmesine izin veriyorsak, dünyanın ufak ama değerli ürün ithalatından para kazandığı bir dönemde biz hala ağır sanayi ihraç etmeye çalışıp, devletçe teknolojiye yatırım yapamıyorsak biz milletçe geri zekalıyız.

    Kusura bakmayın...
    0 3
  • yeni bir yıla girerken Noel Baba Tartışmalarının tekrardan alevlenmesi

    @adolf2 eğer ortada konu oluşmamışken bir tez sürüp, o teze de karşılık verilirse bu tartışma olur.
    Biz seyirci olarak tartışmanın neden çıktığını analiz edersek bu eleştiri olur.
    Öte yandan bu kafaya nasıl ulaştığımızı ben belirteyim, sizin gibi kişileri rencide edicek cümleler kurup, hatta üzerine etiketleyerek hedef alan kişilere bile cevap vermek bizi bu noktalara getirdi.
    Umarım feyz almışsınızdır...
    0 1
  • Tarihin en büyük yalanı

    Amerikan'ın Irak'a demokrasi götürmek için girmesi.
    0 0
  • Türkiye'nin Dış Politika Tarihi

    Evet arkadaşlar başlık altında ilk başta dış politikadaki ekonomik işbirliği yöntemlerini ve daha sonra da 1996 gümrük birliği antlaşmasından bu yana gerçekleşen olayları yazacağım.
    Yakın çağ Türkiye tarihi ve Osmanlı dış politikası gibi konuları da bu başlık altında işleyebiliriz. O kısımlarda bilgi sahibi olanları bu başlık altında bilgi eklemelerini rica ederim. Dev bir bilgi havuzu oluşturalım. Özellikle @bosveryaaa arkadaşımızın Yakın çağ Türkiye dış politikaları ile ilgili aynı şekilde @DonQuixote arkadaşımızın da Osmanlı dış politikaları hakkında bilgi sahibi olduğunu sezdim kendisi o bölümleri ekleyebilirlerse sevinirim.
    0 2
  • Londra Metrosu

    Dünya'nın bilinen en eski yer altı ulaşım sistemidir. 1863'te hizmete girmiştir. Ayrıca dünyada elektrikli treni kullanan ilk metro sistemidir.
    Şu anki toplam uzunluğu 400 km'dir. Ve şangay metrosundan sonraki en uzun metro sistemidir.
    0 0
  • Hitler, Marilyn Monroe, Rothschild Ailesi ve Daha Fazlası

    Yazıyla ilgili bazı tespitlerim var, aşağıda belirteceğim ama önce kaynak konusuna değineyim. Kaynakları link olarak verirsek siteyi yasal sorumluluk altına sokmamış oluruz. @bosveryaaa arkadaşımız kaynağı belirtmiş zaten, ben bir de linkini vereyim. Çünkü makale alıntı kurallarına göre önce yazar,"makalenin adı (linkli), ve sitenin adı şeklinde belirtmemiz lazım. Ben kısaca linki belirteyim (bosveryaaa arkadaşımızın belirttiği kaynaktan aldım) http://selamordaki.blogspot.com.tr/2011/08/illuminati-hitler-marilyn-monroe.html

    Öte yandan yazı oldukça bilinçlendirici, herkes içinbir algı oluşmasını sağlayabilir fakat bence eksik. Bu konuda bosveryaa arkadaşımız zaten direk alıntı yaptığım için düzeltme yapmadım bir de buradan bak dedim demiş. Kendisini takip ettiğim üzere zannederim o da benim aşağıda tespit ettiğim eksikliklere katılacaktır fakat yazarın yazısına duyduğu saygıdan dolayı düzeltmemiştir. Kendisi adına konuşuyorum ama kusuruma bakmasın, düzenli olarak takip ettiğim oldukça kaliteli bir yazardır kendisi.

    Tespitlerim:
    Hitler'i yahudi soykırımı yapmak için başa getirdiler diyen bir insan ya hitler'i hiç okumamıştır ya da Yahudi soykırım sürecine haiz değildir. Yahudilerin çoğunluğu zaten Almanya ve Polonya'daydı eğer Hitler'in amacı sadece Yahudileri İsrail'e kaçırmak olsaydı Polonya işgalinden sonra süreci bitirirdi. Ne Fransa'ya Ne İngiltere'ye ne de Allah'ın danimarkasına Norveç'ine girerdi. Bu yorumu yapanlara artık çok sinirleniyorum. 16 yaşındaki çocukların bile ağzına düştü "Hitler Yahudi'leri İsrail'e kaçırmak için görevlendirildi" Yahudiler parayı seven insanlar zaten her aileye gidip "İsrail'e gidin şu kadar teşvik veriyorum" demek yeterli olabilirdi. Hitler'e bu kadar para yatırmaya gerek yoktu. Olay çok daha derin bu kadar sığlaştırmayın II. Dünya savaşını. Öte yandan Rusya'da 5 milyon yahudi vardı (ki bu Rusya toprakları için çok düşük bir miktar) buna rağmen Hitler Sovyetleri onlarca kez Mihver devletlerine davet edip savaşmak istemedi.
    Hitler'İn ki iktidar sarhoşluğudur. Ve adam yahudi soykırımı değil saf Alman olmayan herkesin soykırımını yapmıştır. Diğerleri de İsrail'e kaçsaymış o zaman. Ki İsrail'e kaçan kadar Japonya'ya, ABD'ye hatta Türkiye'ye kaçan Yahudiler de vardır. Düşündülüğü gibi hepsi İsrail'e gitmemiştir. Zaten bunda amaç da yoktur bu ailelerin odağı paradır. Din olsa kendisi de İsrail'de yaşardı.
    Öte yandan İsrail, I. Dünya savaşından sonra değil aslen Arap yarımadasındaki 6 yıl savaşlarından sonra oluşmuştur, 4 kat artırmıştır topraklarını.
    Yazıdaki Abraham Lincoln neden öldürüldü hala bilmiyorum sorusunun cevabını vereyim?
    Abraham Lincoln güneydeki tarım sektörünü bitirdi. Bıçak gibi kesti. Köleliğin kaldırılması Güneydeki tarım işçilerin tamamının kuzeydeki fabrikalara kaçması demekti. Bu nedenle de öldürülmesi için çok geçerli sebepleri vardı güneylilerin.
    Bunun dışında Rotshcild'lerin İngiltere ve Fransa savaş hikayesi o kadar basit değildir, Rotschild Fransa'yı maddi olarak desteklemiştir. (İngiltere'yi destekliyorum dese de iki taraftan da çıkarı vardır) savaşı kazanmak üzereyken 1 gün öncesinde medya gücünü kullanarak İngiltere savaşı kazandı diye yalan bir haber çıkarmış ve hisse değerlerini tavan yaptırmış o gün de tüm hisselerini en yüksek fiyattan satmıştır. Ertesi gün de İngiltere'nin savaşı kaybettiği öğrenilince o hisseler resmen alanların elinde patlamıştır.
    Sonra en dip fiyatından Rotschild'ler hisseleri tekrardan toplamışlardır. Bu sırada İngiltere'den sterlini, Fransa'dan da verdikleri borcu faizli olarak almışlardır. Yani bu politika dünya'da bir finansörün en fazla nasıl kar edebileceğini gösteren bir politikadır.
    Öte yandan şunu da belirtmek lazım; Çin tüccarları Çin ekonomisinin berbat olmasından yakınıp İngiltere'ye gelmiş ve bu durumu savaş ekonomisi çözer, Çin'e savaş açın demiştir. İngiltere de bunu ben karşılayamam Rotshcild'ler ile görüş diyince Çinli tüccarlar Rotshcild'lere gitmiş ve savaşı başlatmışlardır. Bunun karşılığında da İngiltere Çin'e girmiş ve Hong Kong'u Rotshchild'lere vermişlerdir. HSBC bankası da buradan gelmektedir. Hong Kong Shanghai Banking Company, yani İngiliz sandığımız HSBC aslında Yahudidir ve bir Hong Kong bankasının nasıl İngilizlerin olduğu da böyle açıklanmaktadır.

    Marilyn Monroe kısmına gelince (bkz:marilyn monroe) başlığında bosveryaa yazarımız çok güzel anlatmış durumu, bu yazıdakinden daha iyi anlatmış.

    Her okuduğumuzdan birşeyler çıkarabiliriz ama Japonların bir atasözü vardır onu da unutmamak lazım "her okuduğuna inanacaksan, okuma" bunlara yazarların makaleleri ve kitapları da dahil...
    0 2
  • Türkiye'nin Dış Politika Tarihi

    En çok ithalat yaptığımız 10 Ülke

    1) Rusya
    2) Çin
    3) Almanya
    4) ABD
    5) İtalya
    6) İran
    7) Fransa
    8) G. Kore
    9) Hindistan
    10) İspanya

    Burada bakın dikkatinizi birşey çekti mi? Japonya yok. Bu da Japonya'nın tekonoloji anlamında ne kadar geri kaldığını gösteriyor. G. Kore hem tüm bloklarla yaptığı ikili anlaşmalarla hem de üstün teknoloji üretimiyle devleşti. Karlılığı da yüksek.

    Birşeyin daha dikkatinizi çekmesi lazım. Hem de büyük bir şey
    İhracat ve İthalat yaptığımız ülkelerin dahil olduğumuz 3 ekonomik bloktaki ülkelerle alakası bile yok. İşte bu yüzden Türkiye dış politikası bu gidişle daha da kötüleşmeye mahkum. Bizim ithalat ve ihracat yaptığımız bu ülkelerle cross tarde (çapraz ticaretimizin) olduğu ülkelerle iş birliği yapmamız lazım, Nijerya, Malezya ile değil.

    Bu durumda açıkça görülüyor ki büyük ekonomiler değil yerel ekonomilerle yaptığımız anlaşmalar çok yanlış bir politika çünkü yerel eknomilerle ticaretimi yok. Ya ticaretimizi işbirliği yaptığımız ülkelere kaydırmalıyız ya da ticaret yaptığımız ülkelerle işbirliği yapmalıyız.

    Öte yandan Irak ve Suriye'de müthiş bir pazar oluşacak. Tüm dünya ülkeleri şu anda bu coğrafya'dan pay alma çabası içerisinde. Çin Irak'ın Güneyine şirket kurdu ve 10 bin personelini buraya gönderebilmek için burada havalimanı bile kurdu. Rusya, ABD, Fransa, İran, Çin hepsi bu topraklar altında yatan ve henüz çıkarılmamış yeni petrollerin peşinde. Önümüzdeki 50 yıl boyunca dünyanın ihtiyaç duyduğu petrolün Irak'tan karşılanacağını düşünürsek bu bölgeden pay alan geleceğin ekonomisine sahip olacak ülke demektir.
    Türkiye'nin uzun vadeli sanayi kalkınma planlarının olmadığını düşünürsek yapması gereken en mantıklı şey doğru yerde saf tutup bu 2 ülkede doğacak ekonomik çıkarlardan pay almak ve coğrafi konumunun avantajını kullanmak olacaktır. O iki ülke yeniden inşa edilmek zorunda sadece inşaatı için bile ihracat yapılsa bir ülke ihya olur. Tabi ki bu da geçici bir süre için geçerli kazanılan paranın acilen sanayiye yatırılıp kendi hammedelerimizle kendi kendimize bir şeyler üretip ihraç edebiliyor olmamız lazım ve bu şeylerin kesinlikle "hafif" olması lazım.
    0 1
  • Türkiye'nin Dış Politika Tarihi

    Yazımın sonuna geldim arkadaşlar, umarım birşeyleri anlatmış ve açıklayıcı olmuşumdur. Yazımda bazı kaynakları kullandım belirtmek isterim;

    1) bbc
    2) Dünya Gazetesi
    3) TUİK raporları
    4) Tim Raporları
    5) Prof. Dr. Recai Coşkun, Küreselleşme ve Uluslararası İşletmecilik, Adra Yayıncılık, (sf:52:74)
    0 0
  • II. Abdülhamid'i Tahttan İndirmeye Gelen Kişiler

    II. Abdülhamid'i Tahttan İndirmeye Gelen heyet Emanuel Karaso, Aram Efendi, Es'ad Toptani ve Arif Hikmet Paşa'dan oluşuyordu.
    Karaso, paralı bir İtalyan ajanıdır.
    Ermeni Aram Efendi ise II. Abdülhamid'den Ermenilerin intikamını almak için gelen adamdır.
    Es'ad Toptani, jandarma paşasıdır ve Arnavutluğun bağımsızlığı için savaşıp sayısız Türk'ü öldürmüştür.
    Arif Hikmet Paşa, kirli bir siyasi hayatı olan denizcidir.
    0 0
  • hollande'nin paris saldırıları hakkında bu bir savaş sebebidir demesi ne anlama geliyor?

    Hollande'nin paris saldırılarının ardından yaptığı açıklama "Bu bir savaş sebebidir" aslında çok farklı anlamlar içermektedir. Bu olaylarda siviller katledilmiş olsa da Avrupa'nın işine yarayan en az 3 sonuç çıkmış veya çıkacaktır. Bunlar;

    1) Avrupa, mülteci akınının önünü kesinlikle kesecektir. Terör bahane edilecek ve istenmeyen mülteciler alımı durdurulacak. Burada saldırganların bazılarının Belçikalı olması da koz olarak kullanılacak, bu durum teröristlerin tüm Avrupa'ya yayıldığını belirtecek ve genel bir bariyer konulacak.

    2) Fransa eğer Suriye'ye direk savaş ilan edip, Nato'yu veya Birleşmiş Milletleri beklemeden hareket ederse bu durum sonucunda tamamen Rusya'nın elinde olan Suriye politikası ABD-Fransa işbirliğiyle el değiştirebilir. Fransa'nın ortadoğudaki hakimiyeti azımsanamaz derecedir. Öte yandan Hollande'nin G20 zirvesine katılmaması da bireysel hareket edeceğinin habercisidir.

    3) Eğer Suriye'de sıcak savaş girilirse Avrupa'nın şu anda yerlerde olan ekonomisi canlanacaktır. Burada en çok payı fransa ve abd kapacak, hem savaş sırasında silah ticaretinden parayı vuracaklar hem de sonrasında Suriye'yi kendi çıkarlarına göre yöneteceklerdir.

    Bu anlattıklarım size komplo teorisi olarak görünse de ileride karşılaşırsanız şaşırmayın.
    0 3
  • Derin Tarih

    Tamamen Atatürk karştılığına döndüler. Hatta şuanda TVnet'te programları var izliyorum. 1930'lardaki okutulan tarih kitaplarında Atatürk'ün fotoğraflarının çok olmasından dolayı bir sembolizm yapmakla suçluyorlar.
    Hatta daha da ileri gidip İnkilap tarihi ve atatürkçülük dersini eleştirerek böyle bir ders nasıl olabilir? diyorlar.
    Herkes gündeme uyuyor. Derin tarih de...
    0 0
  • enver paşa

    Sarıkamış harekatını kurmaylara sunan bir dönemin başkomutan vekilidir.
    Sarıkamış harekatı sonucu önceden belli olan bir harekattır ki kış aylarında Rusya'yı ne Napolyon ne de Hitler işgal edebilmiştir. Kaldı ki onlar Dünya'ya hükmederken Rusya'ya savaş açmışlar, bizim etimiz ne budumuz ne derken Enver paşa 19 Aralık 1914'te 93 harbinde yitirilen toprakları geri almak için savaş açma fikrini öne sürmüştür.
    Geriye dönüp baktığımız zaman şu sorular gelir akla;
    1) Daha 1. dünya savaşı yeni başlamış. Neden bu kadar acele ediyosun. Otur bir izle eğer Rusya dünya savaşında kazanacak taraf olacak gibiyse bugün onlardan aldığın toprakları yarın yine senden alır. Eğer kaybedecek gibiyse sabret gücünü yitirsin öyle saldır.
    2) Hiç mi hava şartlarını hesaba katmadınız. Onu da geçelim bu harekatın riskini hiç mi düşünmediniz. Harekat başarısızlıkla sonuçlanırsa Rusya'nın Osmanlı topraklarında ilerleyebileceğini düşünmediniz mi?
    Sonuç tabiki hezimet, askerlerin elinde doğru dürüst makinalı tüfek bile yokken Rusya'ya kendini Napolyon zannederek giden bir başkomutan.
    Enver Paşa kurtulup vatana dönmüştür fakat 60. 000 osmanlı askeri orada kimisi savaşta çoğu da donarak ölmüştür. 5000 asker esir alınmış bunlar Kırım'da domuz çiftliklerinde çalıştırılmış ve aç bırakılarak öldürülmüştür.
    Enver Paşa ise döndüğünde harekat ile ilgili devlet çapında sansür uygulatmış halk orada yaşananları çok sonra öğrenmiştir.
    İşte on binlerce kişinin yaşamına mal olacak bir yanlış karar böyle verilmektedir. Enver paşanın etine buduna bakmadan aceleci davranması Osmanlı'nın olmayan gücünü de yitirmesine sebep olmuş Doğu bloğumuz işgale uğramıştır.
    0 0
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.