insearchofsunrise
elektrik aşkı
En Beğenilen Yazar Sırası
:
1
Toplam Başlık Sayısı
:
164
Toplam Puanı
:
1051
Toplam Giri Sayısı
:
604
Bu Ayki Puanı
:
26
En Aktif Yazar Sırası
:
1

insearchofsunrise Sözlük Seceresi

  • Dünya Tarihi Belgeselleri

    Bu aralar pek fazla paylaşımda bulunamadım, sitede de pek fazla hareketlilik yok, 3 adet dünya tarihi belgeseli paylaşıyorum ,tarih ve medeniyetlerin gelişimi üzerine izlenmesi gereken belgeseller iyi seyirler dilerim..

    http://www.sadecebelgesel.com/buyuk-dunya-tarihi.html (Andrew Marr' ın belgeseli ,sinevizyondan çok belgesel tadında bir anlatım var )
    http://www.sadecebelgesel.com/tufek-mikrop-ve-celik.html (Kitabının ününü duyduğum bir belgesel izlenmeli )
    http://www.sadecebelgesel.com/insanoglu.html ( Bu belgeselde sinevizyon olarak anlatım yapılmış daha çok yeni nesile hitap ederek görsellik içeren bir belgesel)
    0 1
  • Paris Kuşatması (845)

    bu yazımda vikinglerin 845'deki paris kuşatmasından bahsedeceğim. Öncelikle bu saldırıyı gerekli kılan sebeplerden bahsedeceğim.
    Franklar avrupada dönemin en güçlü krallıklarından biriydi hatta en güçlüsüydü bile diyebiliriz. Kral Şarlman'ın ölümünden sonra oğlu Louis krallığı 3 parçaya ayırmıştı ve bu olay ise günümüz fransa, almanya ve italya'sının temelini oluşturmuştu. Krallığın 3 parçaya ayrılıp zayıflaması ise vikingler için adeta bir piyango olmuştu.
    Kral Şarlman


    Şimdi ise kuşatmadan bahsedeceğim. mart 845'de 5000 dan fazla asker içeren 120 viking gemisi Seine nehrine ulaşır. Efsanelere göre ise bu kuşatmanın başında günümüz tarih dizilerinden viking'de de bahsedilen efsane savaşçı Reginherus bilindik adıyla Ragnar yer almaktaydı. Aslında ragnar daha önceden batı fransiya kralı dazlak karl (charles the bald) tarafından Frisya bölgesi ile ödüllendirilmişti ancak Ragnar o bölgeyi kaybetti. Viking ordusu seine nehrinde bir liman bölgesi olan Rouen'i yağmalayarak seine nehrine doğru ilermeye devam ederler. Bu yağma haberini duyan Dazlak karl ordusunu ikiye bölerek seine nehrinin iki tarafına yerleştirir. Viking ordusu diğerine nazaran daha zayıf olan frank ordusuna saldırarak orduyu adeta talan eder ve 111 askeri esir alarak viking tanrısı odin'i onurlandırmak ve geriye kalan frank ordusuna göz dağı vermek amacıyla seine nehrindeki bir adada asarlar.
    9. yüzyılda paris

    Vikingler Paskalya günü nihayet parise ulaşarak şehri yağmalamaya başladılar. Bir rivayete göre Viking asker kampında veba salgını vardı ve bir hristiyan esirin tavsiyesi üzerine ölüler hızlı bir şekilde gömülerek viking ordusu salgından kurtarıldı. Vikinglerin hızlı ve etkili ordularına karşı Franklar adeta çaresiz kalmışlardı. Ülke içindeki sorunlarla (halk ayaklanmaları, taht kavgası vb.) boğuşan dazlak karl çareyi fidye karşılığı kuşatmayı sonlandırmada bulmuştu. Viking ordusu 7.000 livre (yaklaşık 2,570 kilogram) ağırlığında altın ve gümüş fidye karşılığında kuşatmayı kaldırmıştı fakat ilerleyen dönemlerde 13 kez daha frankların fidye ödediği tahmin edilmektedir. Kuşatmayı kaldırdıktan sonra vikingler 9. yüzyıl fransa'sının önemli simgelerinden olan Sen(saint) Bertin manastırı dahil yollarına çıkan heryeri talan ederek topraklarına dönmüşler ve bu kuşatmanın son viking kuşatması olmayacağının da sinyallerini vermişlerdi.
    0 1
  • Gazeteci Şerif Bey Nam-ı Diğer Mustafa Kemal

    ( Mustafa Kemal, Trablusgarp Savaşı'na Mısır'daki güvenlik noktalarında Türk Subay olduğu anlaşılmaması için '' Mustafa Şerif Bey '' kod adı ile gitmiştir. )

    İstanbul'da çıkan '' Tanin Gazetesi '' muhabiri Mustafa Şerif Bey ve yol arkadaşları, bir Rus gemisine binerek Mısır'a ulaşmışlardı. İskenderiye'deki gazeteciler, savaşın sürdüğü Trablusgarp'a geçmenin yollarını araştırıyorlardı.

    Şerif Bey ve arkadaşları, serüven dolu bir yolculuk yaparak Trablusgarp'a geçtiler. Çölde yol alırken verdikleri akşam molalarında, yaktıkları ateşin karşısına geçip, pitoresk sohbetler yapmışlardı. Mısır kontrol noktalarını, Türk subayları oldukları anlaşılmasına karşın çeşitli yöntemlerle aştılar ve sınırı geçerek Tobruk ( Trablusgarp/Libya ) yakınlarındaki Türk karargahına ulaştılar. Bindikleri develerden inen yolculardan ilk olarak Gazeteci Şerif Bey karşılayanlara kendini tanıttı: '' Ben, Erkan-ı Harp Kolağası ( Kurmay
    Kıdemli Yüzbaşı ) Mustafa Kemal. ''

    Diğer gönüllüler ise farklı kimliklere yola çıkan ünlü hatip Naci ( Ömer Naci ), İttihat Terakki'nin tanınmış fedaisi Yakup Cemil, Üsteğmen Hakkı Bey ve sonradan gruba katılan Nuri ( Conker ) ve Fuat ( Bulca ) Beylerdi.

    Enver Bey'in 24 Ekim 1912'de yazdığı sicilde Mustafa Kemal'in Trablusgarp Ordusuna katılışı 18 Aralık 1911 olarak belirtilmiştir.
    30 Kasım 1911'de Enver Bey'e yollanan bir mesaj, hazırlık işleriyle uğraşan Mustafa Kemal'i sevindirecekti: ''kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal şimdiki görevinde istihdam edilmek üzere sırasıyla genel terfi içinde rütbesi binbaşılığa yükselmiştir. ''

    Yakın gelecekte ülke kadaerinde çok önemli roller üstlenecek olan iki subay; Enver ve Mustafa Kemal ilk kez Trablusgarp'ta yakın ve dostça bir çalışma içerisindeydiler. Enver Bey, 19 Aralık günü, Mustafa Kemal'e bir mesaj göndererek '' Tobruk ve çevresi Ethem Paşa'nın sorumluluğundadır. Kendisi muktedir bir komutan olsa da sizin yardımınıza ihtiyacı vardır'' diyordu.

    22 Aralık 1911 Tarihinde Mustafa Kemal tarafından yönetilen askerler Tobruk Zaferi'ni kazandı. Enver Bey, gösterdiği başarılarından dolayı Mustafa Kemal'i 21 Şubar günü Derne Komutanlığına atadı. Mustafa Kemal, yokluklarla sürdürülen mücadelenin ortasındaydı. Derne'de bulunan Ayn-Mansur Karargahı'ndan, yakın arkadaşı Salih ( Bozok ) Bey'e gönderdiği bir mektupta düşüncelerini şöyle ifade etmişti: '' Biz vatana borçlu olduğumuz fedakarlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses, bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayamacağımızı ihtar ediyor. Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.''

    Balkanlar'da gelişen acil durum karşısında Trablusgarp Mücadelesi'ne son vermek gerekiyordu. Gönüllü subaylar belirli bir sıra ile yeni görev yerlerine gönderildiler.

    Trablusgarp, Mustafa Kemal için ilk savaştı. Daha sonra yayımladığı anılarında, oradaki kahramanlığı abartısız bir dille anlatmıştır: '' Muharbede yağan mermi yağmuru o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenden daha az ıslatır diyeceğim. Gerçekten böyle olamsaydı, Trablusgarp Harbi'ne katılan bütün arkadaşlarımızdan mutlaka Trablusgarp'ta Hums'ta, Bingaz'de, Derne'de ve Tobruk'taki İtalyan İstihdamlarının karşısında bugün kemiklerinin dahi kalmaması icap ederdi.''
    0 1
  • 18 Mart Zaferi Koca Bir Yalandır !

    oncelikle canakkale sadece deniz savaslari degildi kara savaslarida oldu ama bende ataturk un o savasa katilmadigini veya katildiysa bile cok onemli bi yerde olmadigini dusunuyorum çunku kitaplarimizda ataturk bi gun conkbayirinda bir gun anafartalarda bi gun ariburnunda kpss de farkli cephede öss de farkli cephede :) egitimimiz zaten cok sorunlu ama bu adamin yeri bile bilinmiyosa burda bi sorun var ayrica bide malum kurşun gogsune geldi gogsunde saat vardi saate carpti atamiz gazi oldu hikayesi var bu tamamen yalan(kursunun etkisini bilmeyenler icin soyleyeyim dizilerde gordugunuz gibi karna girip takilan bisey degil onunden 1 cm çapla girdiyse arkandan 10 cm çapla delip geçiyo)ama buna çok kizmiyorum yerini korumak isyanlari azaltmak icin o gazi unvanina ihtiyaci vardi ve boyle bi yalan uyduruldu bide çok sonradan ogrendim bize saat diye anlatilan şey malatya bingol gibi dindar memleketlerde boyna asili gümuş kuran diye ogretilmis taktir ettim dogrusu.Ve evet ataturk u bizzat sultan vahdettin anadoluya isyanlari bastirmasi icin yollamistir.Kendi hatiratlarindada bunu uç hatasindan biri olarak gosterir sultan vahdettin.Ve hain vahdettin hikayeside zirvalik bu adam kacti madem yanina saraydan bi kasikci elmasini alsa butun sulalesin 100 yil yeter kasikciyi gectim ufacik bisey goturse omur boyi yeter(inanmayan topkapiyi gezsin) ama bu adam ulkeden ayrildiktan 3 sene sonra öluyo ve cesedini 3 ay defnedemiyolar sorunlar cikiyo.Maddi sikintilardan oturu.Ve ulkeden kacmiyo suruluyo kim tarafindan oldugunu tahmin edersiniz.Ayrica abdulhamid e kizil denmesinin sebebi sacinin rengi degil ordaki kasitlari çok adam öldurmesi ama buda yalan tabiki.Kazim karabekir gibi adamlarin yerine ismet inonunun basbakan yapilmasinin sebebiyse gayet basit ismet inonu soz dinler ezik bi adammis kazim karabekir ise tam tersi nitekim inonu fazlaca gorevde kalinca o eziklikten kurtulup ataturke kukremeye baslayinca ataturk tarafindan gorevden alinmis(evet yanlis duymadiniz cumhurbaskani basbakini bir gunde gorevden almis sultanlik sistemi gibi degil mi)ayrintili anlatirim ama uykum geldi sonra.
    0 3
  • 18 mart şiir

    Bir arkadaş Çanakkale ile ilgili şiir yazmış. O yazınca bende yazayım dedim.

    Kan Anadolu

    Ey Anadolu, kan aşık olmuş toprağına,
    Ölüm, sevda gibi üstündeki canlara.
    Yiğit Anadolu, kan kırmızısı al bayrağın altında,
    Yetim kaldı onca evlat, onlar da bıraktı evlatlarını.

    Yar Anadolu, her köşen ayrı bir cennet,
    Güzelliğine yapışmış, şüphesiz bırakmaz illet.
    Canım Anadolu, tarih şahittir bırakmıyor seni zillet,
    Onca can şehit oldu hala ederler sana minnet.

    Ey Anadolu, dört mevsim farklı eser rüzgarın,
    Dördünde de durmaz, hala akar damarında ki kanın.
    Nazlı Anadolu, görmez misin ağlar hala anaların,
    Bağrına taş basar ama dimdiktir. Anadolu !

    0 1
  • Osmanlı Ordusu'nda Deliler

    Asıl isimlerri '' kılavuz, yol gösterici '' anlamına gelen '' delil '' olan bu askeri sınıf, ilk olarak Rumeli'de oluşturulmuştu. Zamanla korkusuzluk ve atılganlıkları sebebiyle '' Deliler '' olarak adlandırıldılar. Deliler, Rumeli uç bölgelerindeki fetihlerde önemli rol oynadılar.

    Silah olarak eğri pala, kalkan, mızrak ve başı topuzlu gürz taşırlardı. Şalvarları kurt veya ayı derisindendi ve tüyleri dışardaydı.

    Burunları sivri, arkasında uzun serihalik denilen mahmuzları olan çizmeler giyerlerdi. Atları da çok hızlı ve fayanıklıydı. Bütün bunlar, atılgan savaşma biçimleriyle biraraya geldiğinde şüphesiz düşmanları üzerinde yıldırıcı bir etki sağlıyordu.

    Kalkanlarında ve sırtlarında kartal kanatları bulunması hakkında çeşitli görüşler vardı. Düşmanı korkutan görüntü yaratmasının yanında at üstünde paraşüt görevi görerek ağırlıklarını azalttığı da ileri sürüldü. Buna ek olarak başlarında benekli kurt derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu.

    Bizanslı Tarihçi Khalkokondyles delileri: '' Doğa onlara herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte kılış kullanma ve savaş becerisi verilmişti. '' sözleriyle anlatır.

    Eski TÜRK inançlarında kutsal bir kul olarak kabul edilen kartal; gücü, çevikliği, hızı , yırtıcılığı vegöklerin kralı vasfıyla delilerin sembollerinden biri olmuş ve kıyafetleriyle teçhizatlarında kullanılmıştır.

    Delilerin ordu büyüklüğü hakkında kesin bilgi yoktur. Deliler 60 kişilik '' Bayrak '' denen ocaklara ayrılmışlardı. Bir kaç ocak bir araya gelir ve bunlardan oluşan birliğe '' Delibaşı '' komuta ederdi.

    ''Kalpaklarımız Emir el Mü'minin Hz. Ömer'in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O'na mensubdur.'' diyerek ocaklarının piri olarak Hz. Ömer'i kabul etmişlerdi.

    18. yüzyılda bozulmaları sonucu yönetimi altındaki beylerbeyinin görevden alınması sonucu görevlerini kaybetmişlerdir. Bu süreçten sonra köylere saldırmaya başlamışlar, eşkıyalık faaliyetleri sebebiyle 1829'da II. Mahmut tarafından dağıtılmışlardır.
    2 3
  • drone

    Uludağ Üniversitesi tarafından düzenlenen "5. Bilgilendirme ve Ar-Ge Günleri"ne katılan Kuzu, gazetecilere yaptığı açıklamada, TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsünde uydu teknolojileri, havacılık, görüntü işleme, uzaktan algılama ve haberleşme sistemleri üzerine çalışma yürütüldüğünü söyledi.
    Kuzu, yola döşenen bombaların kablolarını havadan tespit edebilen sistem üzerinde çalıştıklarını belirterek, şunları kaydetti:
    "Dronelerle yerin altındaki bombaları belirleme ve el yapımı patlayıcıları görebilmek için çalışmalar yürütüyoruz. Tamamen başarıya ulaşamadık ama çalışmalarımız devam ediyor. Şu anda bombaların kabloları belirlenebiliyor. Diyelim ki bir alana askeri yeşil branda çekildi. Droneyle bu brandayı belirleyebiliyorsunuz. Hiperspektral bantlara göre bitkinin yeşiliyle askeri brandanın yeşili aynı değil. Dolayısıyla kablolar belirlenebiliyor. 100, 200 metre veya 1 kilometre yükselen droneleri vurabildikleri için başka bir çözüm bulmak gerekiyor. Bunun için kafa yorduğumuz projeler var. Bu bilgileri de gerekli makamlarla paylaşıyoruz."
    Bombanın yeri tespit ediliyor
    Kuzu, azot veya nitratla yapılan bir bombanın dedektörle tespit edilebileceğini aktardı.
    Başka bir çalışmalarının da olduğunu dile getiren Kuzu, "Mesela bir askeri aracın 50 metre önünde giden bir droneye dedektör takılabilirse azot ve nitratla yapılan bomba tespit edilebilir veya droneler vasıtasıyla önceden alınan görüntüyle durumları tespit edilebilir. Tabii keskin nişancılar bu tür durumlarda droneyi vurabilir. Belki bir drone kaybetmiş olursunuz ama bombanın da yerini tespit etmiş olursunuz." ifadelerini kullandı.
    Dedektörün tırnak boyutunda küçük bir parça olduğunu vurgulayan Kuzu, bunun droneye monte edilebileceğini bildirdi.
    Droneye takılacak 500 gramlık kamera ve dedektörle bombanın tespit edilebileceğine dikkati çeken Kuzu, şöyle devam etti:
    "İnsansız Hava Araçları (İHA) ile ilgili yeni bir çalışmamız var. İHA'larda yüksek irtifalarla ilgili iç proje açtık. Çok uzun süre havada kalan ancak 30 bin feete kadar giden İHA'lar var. Mesela ANKA bunlardan biri. Bir de uzun süre havada kalarak 55-60 bin feette giden İHA'lar var. Bizim 60 bin feete kadar giden İHA'larla ilgili prototip çalışmamız var. Projemizi bitirirsek İHA'ların yerden gözükmesi ve vurulması imkansız olacak. İHA'nın ses çıkarmaması lazım. Bunun için başka çözümler üretmeye çalışıyoruz. Havada uzun süre kalması için kanatlara hidrojen yakıtların konulması gündemde."
    "Uçakla tarlaların görüntüleri çekiliyor"
    Doç. Dr. Lokman Kuzu, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile TÜBİTAK arasında imzalanan sözleşme kapsamında pamuk ve mısır ürünleri için Şanlıurfa'da 50 kilometrelik bölgenin görüntülerinin uçaktan çekildiğini belirtti.
    Çalışmanın tarım alanlarının daha verimli kullanılması için yapıldığı bilgisini veren Kuzu, şöyle konuştu:
    "Çiftçiler, Çiftçi Kayıt Sistemi'nde tarlaya ne ekeceklerini beyan ediyor. Çiftçi, 'Buraya pamuk veya buğday ektim' diyor, halbuki başka bir şey ekiyor. Biz onu şu anda belirleyebiliyoruz. Mısır ektim deyip de başka bir ürün ekenler uçaktaki kamera sayesinde tespit edilebiliyor. Mısır ekeceğim deyip kenevir veya haşhaş eken olursa bu da dronelerle tespit ediliyor. Bu projenin devamı gelecek. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile anlaştık. Üniversitenin Haymana'da bir çiftliği var. Orada kontrollü ekim yaptırıyoruz. Bir drone aldık ve bu dronenin üzerinde hiperspektral kamera var, 220 banta bakıyor. Üniversite hocalar bazı yerlere çok gübre veya su bazı yerlere de az gübre veya su veriyor. Bu sayede bitkilerin hiperspektral imzalarını çıkarıyoruz. 18 bitki üzerinde çalışıyoruz. Şu anda ciddi bir başarı elde etmiş durumdayız. Rekolteden sağlıklı büyümeye kadar birçok şeyi belirleyebiliyoruz. Türkiye'de buna ihtiyaç var. Dünyada da bu konuda çok ciddi çalışmalar var. Biz şu anda o trendi yakalamış durumdayız. Öz kaynaklarımızla bütçeler ayırıyoruz ve arkadaşlarımızı yetiştiriyoruz."
    kaynak-yeni şafak
    0 1
  • Toplama Kamplarını Adolf Hitler mi İcat Etti? Cevap: Hayır

    Toplama kampı fikri ilk kez 1900-1902 yılları arasında İngilizler tarafından İkinci Boer Savaşı’nda (1899-1902) hayata geçirilmiştir.

    Daha öncesinde bu sistemin benzerleri İspanyolların Küba’da yürüttüğü On Yıl Savaşlarında (1868–1878) kullanılmıştı ama bir ulusun tamamını hedef alan ve nüfus azaltmayı amaç edinen konstrasyon kampı sistemi ilk defa İngilizler tarafından Boer Savaşı’nda uygulandı. Olayın detayları iseşöyledir:

    Mevcut para birimlerinin değerlerini kaybetti, altının önem kazandığı bu dönemlerde İngiltere Güney Afrika’daki sömürgelerini genişletmeye oradaki altın yataklarını daha da kontrol altına almaya karar verdi.

    Özellikle Transvaal’daki dünyanın en büyük altın madeni İngilizlerin himayesi altında değildi ve İngilizlere göre bu çok büyük bir kayıptı. Üzerinde yaşayan insanlar önemli değil o madenler İngilizlerin olmalıydı.

    İngilizler tam da bu amaçla Güney Afrika’daki garnizonlarını artırdılar. Bunun üzerine de toprak sahipleri olan Boer’ler İngilizlere bir ultimatom verdiler. Fakat tabi ki bu ultimatom İngilizleri hedeflerinden etmedi onların amacı zaten gerekirse canlı varlık bırakmayarak o altın madenine hakim olmaktı.

    Boerler çevre halkların da desteklerini alarak ayaklandırlar ve bölgedeki İngiliz birliklerini yenilgiye uğrattılar. Bunu kabullenemeyen İngilizler de bölgeye savaş süresi boyunca yarım milyon asker yığdı. İngilizlerin zamanla arttığını ve Johannesburg gibi kritik kentleri ele geçirmeye başladığını gören Güney Afrika Cumhurbaşkanı Kruger hemen topuklara yan basarak Avrupa’ya kaçtı.

    Ama birkaç komutan vardı ki Kruger ile aynı havayı solumuş olmaktan utanıyorlardı. Bu yetenekli komutanlar (Christiaan Rudolf de Wet ve Jacobus Hercules De la Rey) Boer komandolarını eğiterek İngilizlere karşı savaşa sürdüler. Bu çarpışma 15 ay boyunca devam etti. O sıralar çarpışmayı yürüten Horatio Herbert Kitchener (Kraliyet Ordusu Kara Kuvvetleri Mareşali) ise aldığı önlemlere rağmen savaşı tamamen kazanamadığını görünce, Boerlerin yaşadıkları yerleri yakıp yıkmaya ne kadar Boer varsa, onları o topraklara gömmeye karar verdi.

    Bu amaçla da ilk olarak savaş sırasında evlerinden olmuş mültecilere sığınak görevi görmesi için kurulmuş olan toplama kamplarını, birer modern konsantrasyon kamplarına çevirerek, baskın yaptığı köylerdeki kadın ve çocukların hepsini zorla konsantrasyon kamplarına yolladı. Bu kamplarda 1 sene içerisinde 20.000’den fazla Boer kadın ve çocuk hastalıklardan ve açlıktan, acı içerisinde kıvranarak öldü.

    Ve en sonunda 1902’de zalimce yürüttükleri savaşı kazanan İngilizler istediklerini aldılar. Boerler, 1902’deki Vereeniging Barışı’yla bağımsızlıklarını yitirdiler.

    Bu olayı çoğunuz ilk kez duyuyorsunuz değil mi?

    Peki, nedenini biliyor musunuz?

    Cevap; tarihin, toplama kamplarının mucidi olarak damgaladığı Adolf Hitler’in şu sözünde gizli:
    “Savaşta her zaman kaybeden taraf suçludur haklı olsa bile…”

    Kaynak: http://atakanbuyukdag.com.tr/toplama-kamplarini-adolf-hitler-mi-icat-etti-cevap-hayir/
    0 2
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.