18 Ağustos 1920’de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler, Meclis’te “Telkin ve Tedhiş Kanunu” için bir öneri verdiler. Bu önerinin 3,4,5’inci maddelerine göre bu öneri tehlikenin olağanüstü boyutlarını ortaya koyması bakımından önemliydi. Cezalar ağır bulunduğu için bu kanun önerisi reddedildi. Fakat olağanüstü devrim yöntemleri aranıyordu. Dr. Tevfik Rüştü Bey, çeteler ve kaçakların yarattığı tehlike karşısında M. Kemal’e “İhtilal Mahkemeleri” kurulması için bir öneri verdi. Fakat sonra ismi “İstiklal Mahkemeleri” olarak değiştirildi. Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 4 aydır yürürlükte olduğu halde Dr. Tevfik Rüştü Bey asker kaçaklarının, bozguncu ve casusların ve çoğunlukla firarilerden kurulu çetelerin önlenebilmesi için “İstiklal Mahkemeleri” kurulmasının daha uygun olacağını bildirdi.
Mahkeme üyelerinin meclisten seçilmesi, bölgelerin meclis tarafından saptanması ve kanunu yürütme yetkisinin doğrudan doğruya meclise ait olmasıyla, Meclis, İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla olağanüstü yargıya da sahip oldu. Kuvvetler birliği esasını ortaya koymasıyla, bu konuda Meclis otoritesine örnek olan “Fransız Devrim Mahkemeleri” üyelerinin meclis dışından seçilmesinin doğurduğu sakıncalar göz önüne alındı ve aynı hataya düşmemek için mahkeme üyeleri vekillerden seçilip, meclisin üstünlüğü sağlandı. Askeri ve sivil memurlar bu mahkemelerin emirlerini yürütmek zorundaydılar. Ulusal mücadelenin kazanılması ve güvenliğin sağlanması, meclis otoritesinin kurulması ve asker kaçaklarının önünün alınmasında büyük hizmetleri görülen İstiklal Mahkemeleri ulusal inanç ve ihtiyaçtan doğan inkılap ve ihtilal mahkemeleri özelliğini taşıyordu. Kanunun incelenmesin de açıkça anlaşılacağı üzere, İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil kesindi ve derhal uygulanacaktı. Karar verirlerken vicdan kanaatleri yeterliydi. Kararlara itiraz ve temyiz yoktu. Kararları ve emirleri bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundaydılar. Böylece İstiklal Mahkemeleri sınırsız bir güce sahiptiler.
Yeni bir mahkeme kurulması düşünülürken en büyük sorun bağımsız ve süratli çalışıp, ulusal devrimin gerekçelerini uygulayacak özellikte olması idi. Normal mahkemelerin ve Harp Divanları’nın bu görevi yapamadıkları dört aylık uygulamada anlaşılmıştır. Kanunu önerenlerin düşüncesi Devrim yöntemlerine dayanıyor ve Fransız devrimi içinde olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulan “Devrim Mahkemeleri’ni örnek alıyordu. 29 Ekim 1793’te resmen bu adı alan Fransız Devrim Mahkemeleri, Danton’un Mart 1792’de yaptığı teklifin Convention tarafından kabul edilmesi sonucu kurulmuştur. Bu mahkemeler devrim düşmanı her girişimi, hürriyet, eşitlik, birlik, Cumhuriyet’in bölünmezliği ilkesine, devletin iç ve dış güvenliği aleyhindeki her suikastı ve krallığı tekrar kurmak hedefini güden ulus egemenliğine karşı koyan bütün komploları yargılamak ve cezalandırmak yetkisi ile kurmuşlardı. Convertion, mahkeme üyelerini kendisi tayin ediyordu. Bu mahkemelerin kararları kesin olup, bir üst mahkemeye başvurmak ve temyiz hakkı yoktu. Gerek kuruluş amacı ve şekli, gerekse yetkileri ve çalışma yöntemi bakımından İstiklal Mahkemeleri’ne örnek olduğu bu açık benzerlikle kolayca görülmektedir. Her iki ülkedeki bu mahkemeler, vatanın ve özellikle devrimin olağanüstü bir tehlike karşısında olduğu ve kurulan yeni rejimin savunmasını yapmak gerektiğinde birbirine çok benzeyen suçlara bakmak üzere, olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulmuşlardır.
İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu dönemde bölge ve üye seçiminin devam ettiği sırada, İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşunu sağlayan “Firariler Hakkında Kanun”un birinci maddesine bir ek madde kabul edildi. Komutanların “ekseri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın hukuk ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi’nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşa yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her türlü ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına asker ve siyasi casusluk edenlere, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kapsadığı hükümlerden dolayı “tutuklu bulunanların mahkemelerin yapacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir…” bu kanunla İstiklal Mahkemeleri’nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkiler, vatan hainliği, ülkenin maddi ve manevi gücünün kırmaya çalışmak, casusluk, bozgunculuk, suçlarını da içine alarak çok genişlemiştir.
Görev yerlerine hareket etmeden önce toplanan İstiklal Mahkemeleri üyeleri ortak bir bildiri hazırladılar. Mahkemelerin devrimci karakterini gösteren bu bildiri mahkemelerin, niçin ve ne amaçla kurulduklarını, hangi suçları yargılayacaklarını ve yöntemlerini halka duyurdular. Ayrıca firarilere teslim olmaları için fırsat tanıdılar. İstiklal Mahkemeleri, bölgelerinin önemlerine göre çalıştılar. Ankara İstiklal Mahkemeleri, çalışmaya başlayınca ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargıladı. Haziran ayında Meclis kararıyla vatandaşlıktan çıkarılmış bulunan Ferit Paşa ve Hadi Rıza Tevfik, Reşat Halis Beyleri, Ankara İstiklal Mahkemesi’nin bir numaralı kararı ile Sevr Antlaşması’nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkum oldular. İhanetin en büyük kaynağı Padişah Vahdettin idi. Fakat M. Kemal ve baz arkadaşları dışında, halk, Meclis ve hatta komuta heyeti, Padişah’a dinsel ve geleneksel bağlarla bağlı olduklarından, Padişah İngilizlerin esiri kabul edilmekte, ihaneti bilindiği halde açıklanamamaktaydı. Ulusal mücadelenin amacı belirtilirken hatta Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda bile yapılan savaşın amacı Halife Padişah’ı kurtarmak olarak belirtilmişti. Teşkilat-ı Esasiye Kanunundaki Padişah’ın durumuna özel yer verilmişti. Bu yüzden İstiklal Mahkemeleri de Padişah için işlemde bulunmadılar.