Nazi Toplama Kampları

    Nazi toplama kampları Nazi iktidarının Yahudi Soykırımı sırasında Yahudileri ve çingeneleri topladığı, çalıştırdığı ve toplu katliamlara tabi tuttuğu özel alanlardır.

    Naziler, ilk toplama kampı Dachau’yu Hitler'in 1933 yılında iktidarı ele geçirmesinin hemen ardından kurmuşlardır. Savaşın sonuna kadar, 22 ana toplama kampının yanı sıra, 1.200 kamp, Aussenkommandolar ve binlerce daha küçük kamp kurulmuştur. 1945 yılında, Müttefik kuvvetleri Dachau, Bergen-Belsen, Buchenwald, Sachsenhausen, Auschwitz ve diğer yerlerdeki toplama kamplarını ele geçirdiğinde, dünya bu kamplardaki cesetlerin ve yarı ölü insanların görüntüleri ile şoka girmiştir. İnsanları “öteki olmaları” yüzünden ya da köle işçilikte kullanmak amacıyla kamplara hapseden Nazilerin bu korkunç suçundan geriye sadece bunlar kalmıştı.

    Toplama kampları, özellikle Yahudileri ve diğer kurban gruplarını kitlesel olarak katletme amacı ile inşa edilen imha kamplarından farklıydı. Buna rağmen, toplama kamplarında da binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bir toplama kampına kapatılmak, insanlık dışı zorla çalıştırmaya, korkunç gaddarlıklara, açlığa, hastalıklara ve rasgele infazlara maruz kalmak anlamına geliyordu. Birkaç yüz bin insanın kurulan bu toplama kamplarında öldüğü kesin olarak bilinmektedir. Öte yandan, imha kamplarında üç milyonun üzerinde Yahudi öldürülmüştür. Başlangıçta, toplama kamplarının ilk sakinlerini Nazi rejiminin siyasi muhalifleri oluşturuyordu. Ancak, Yahudiler, Çingeneler ve suçlular gibi “farklı” insanlar da, Nazilerin ırka dayalı ve tasnif ideolojisi adına yakalanarak toplama kamplarına konuluyordu.

    Naziler, insanları “koruyucu nezaret” (Schtzhaft) ile gözaltına alma yetkisini, 28 Şubat 1933 tarihli Reichstag Yangını Kararnamesi ila aldılar. Bu, SS ve polis kuvvetinin başı olan Heinrich Himmler’in yönetimi altına verilen örgütlü ve merkezi olarak yönetilen bir kamp sistemine giden yolda bir başlangıç oldu. Kamplar, amaçları ve işlevlerine göre farklı kategoriler altında toplanabilir. Zorla çalıştırma kampları, çalışma ve ıslah kampları, savaş esiri kampları, transit kampları, polis kampları, kadın kampları ve getto kampları.

    İmha kampları, Nazi kamp sistemi içinde özel bir konuma sahipti. Tipik olarak bir toplama kampı, kaçışı önlemek için dikenli teller, gözetleme kuleleri ve muhafızlar ile çevrili barakalardan oluşuyordu. Kamp sakinleri aşırı kalabalık barakalarda yaşıyor ve ranzalarda uyuyorlardı. Örneğin, zorla çalıştırma kamplarında, kamp sakinleri günde 12 saat boyunca ağır fiziki işlerde çalıştırılıyor, çaput giyiyor, çok az yemek yiyebiliyor ve sürekli olarak bedeni ceza tehdidi altında yaşıyordu. Hatta mahkumlara özellikle vitaminsiz besinler verilerek gıdasızlıktan ölmeleri bekleniyordu.

    Hastalar, yaşlılar ve iş temposuna ayak uyduramayanlar “seçilerek” gazla, enjeksiyon ile veya vurularak öldürülüyordu. Nazi doktorlarının tıbbi deneyleri sonucunda üretilen Zyklon B gibi kitle imha gazları, gaz odalarına alınan yüzlerce insanın bir kerede öldürülmesini sağlıyordu. Kimileri ise, insanın kanını donduran sözde bilimsel deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere seçiliyor, çok sıklıkla da bu deneyler esnasında hayatını kaybediyordu. Bunlara, Muselmanner haline gelen mahkumların bekleyen korkunç kader de ekleniyordu. Bu terim, yetersiz beslenme ile adeta yaşayan ölü, yuvarlak omuzlu yaşayan iskelet haline gelmiş kamp sakinlerine verilen isimdi. Muselmanner, ya öldürülüyor ya da infaz edilmeden önce ölüyordu.

  • Toplama Kamplarındaki Zorla Çalıştırma
    Savaş sonrasında Auscwitz toplama kampında
    bulunan toplu mezarlar

    Gerek Nazi rejiminin Yahudi politikasında gerekse de toplama kamplarının ekonomisinde zorla çalıştırma önemli rol oynamaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından, Nazi savaş ekonomisinin ihtiyaç duyduğu muazzam iş gücü, zorla çalıştırma uygulamasının önemini de arttırdı. Savaşın kaybedildiğinin anlaşılması yani “Kesin Çözüm” ile bağlantılı olarak, imha sürecine hız verilmesi ile birlikte Yahudilerin işçi statüsü de önemini yitirdi. Bu, özellikle Polonya Yahudilerinin durumunda gözle görülür bir hal almıştır. 1941 yılında, Yahudilerin “ölene kadar çalıştırıldıkları” iğrenç bir zorla çalıştırma şekli oluşturuldu. Hem çalışma hem de imha işlevi gören Auschwitz ve Majdanek’de, Yahudiler kampa gelir gelmez çalışabilecek durumda olan ve olmayanlar olarak ikiye ayrılıyordu. Çalışabilecek durumda olmayanlar doğrudan gaz odalarına yollanırken, çalışabilecek durumda olanlar ise SS gözetimi altında ölene kadar çalıştırılıyor ya da çalışamayacak hale geldiklerinde infaz ediliyorlardı. Auscwitz’de, Yahudiler Monowit adı verilen çalışma kampında fabrikalarda çalıştırılıyor ya da kimya şirketi I. G. Farben gibi özel şirketlere kiralanıyor ya da SS’in kendi fabrikalarında çalıştırılıyordu. 

  • Toplama Kamplarında Hayatını Kaybeden Kurbanlar

    Ne toplama kamp sistemi kurbanlarının ne de ölüm yürüyüşlerinde hayatını yitirenlerin tam sayısını tahmin etmek mümkün değildir. Uzmanların sunduğu en son güvenilir rakamlara göre toplama kamplarında insanlık dışı koşullar altında köle işçilik, açlık ve hastalıklar sonucunda ölenlerin sayısı 500.000 ila 750.000 kişi arasında değişmektedir. Toplamda ise 6 Milyon'un üzerinde kişinin öldürüldüğü varsayılmaktadır.

  • Nazi Almanya’sı Kaç Tane Toplama Kampı Kurmuştur?

    Toplam 22 ana toplama kamp (stamlager) ve bunlara bağlı yaklaşık 1.200 kamp kurulmuştur. Bunların yanı sıra, Avrupa’nın Alman kontrolü altındaki tüm bölgelerinde de binlerce küçük kamp alanları oluşturulmuştur. Söz konusu 22 ana kamp alfabetik sıraya göre şöyledir: Arbeitsdorf, Auscwitz, Bergen-Belsen, Buchenwald, Dachau, Flossenbürg, Gross-Rosen, Herzogenbosch, Kaunas, Krakow-Plaszow, Madjanek, Mauthausen, Mittelbau-Dora, Natzweiler-Struthof, Neuengamme, Ravensbrück, Riga-Kaiserwald, Sachsenhausen, Stutthof, Vaivara, Varşova, Wewelsburg.

  • Yahudi İmha Kampları ve Fırınlar (Krematoryumlar)

    1941-1945 yılları arasındaki dönemde, insanlık tarihinde ilk defa insanların öldürülmesi için sınai tesisler kullanıldı. Yahudi soykırımı için inşa edilen toplam altı imha kampında Naziler 3 milyon Yahudiyi kitleler halinde katledildi. Bu sayı, 6 milyon Holokost kurbanının sadece yarısına tekabül ediyordu. “Yahudi Sorununun Kesin Çözümü” yani Nazilerin Yahudileri yok etmeye yönelik sistematik çalışmaları kapsamında kurulan ilk imha kampı “Chelmo” idi. Bunu çok geçmeden üç yeni kamp izledi: Belzec, Treblinka ve Sobibor. Bu kamplar, Nazi işgali altındaki

    Cesetleirn Yakıldığı Fırın

    Polonya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Yahudi’nin yok edilmesinin başlangıç sinyali olan operasyon “Reinhard” kod adı ile kuruldu. Auschwitz-Birkenau ve Majdanek toplama kaplarında da iki imha kampı daha kuruldu. Altı imha kampının tümü de eski Polonya topraklarında yer alıyor ve sadece kitle katliamını amaçlıyordu. Polonya dışında, birçok açıdan Polonya’daki altı imha kampı ile benzerlikler gösteren en az iki kamp daha vardı. Bunlar Jungfernhorf (Litvanya’da) ve Maly Trostinest (Belarus’ta)'ir. Tümü de son derece organize olan imha kamplarının fabrikalara olan benzerliği tüyler ürpertici boyutlardaydı. Bununla birlikte, gelişmiş gazla zehirleme tesisleri ve krematoryumları ile sadece Auschwitz-Birkenau yüksek teknolojiye sahipti. Yahudilerin katledildiği yeraltındaki gaz odalarından tutunda cesetlerin yakıldığı I ve II numaralı krematoryumlara çıkan asansörler bile konulmuştu. Altı imha kampı çok kısa bir süre içinde inşa edildi. Aralık 1941 ve Aralık 1942 tarihleri arasında, Chelmo, Belzec Treblinka, Sobibor, Auschwitz-Birkenau ve Majdanek kamplarının tümü de demiryolu hatlarının yakınında bulunuyordu. Kamplar özellikle Alman ve uluslararası kamuoylarının ilgi alanlarının dışında bulunan, uzaklardaki Polonya’nın sessiz kırsal bölgelerinde olmalarından ötürü seçilmişti. Başta Yahudiler olmak üzere, sadece insanların sistematik biçimde öldürülmesi amacı ile kurulan ilk imha kampı olan Chelmo’da önce Aralık 1941-Mart 1943, ardından da Haziran-Temmuz 1944 döneminde, kampa götürülen 152.000, kamyon kasalarında egzos gazı kullanılarak öldürüldü.

    Belzec İmha Kampı, Mayıs 1942 tarihinde kuruldu ve Ağustos 1943’e kadar faaliyetini sürdürdü. 600.000 Yahudi Belzec’teki gaz odalarının acımasız etkinliğine kurban gitti. Sobibor da Mayıs 1942 tarihinde faaliyete geçti. Katliamlar, mahkumların isyan ederek kampın faaliyetlerine son verdiği Ekim 1943 tarihine kadar devam etti. Sobibor’un gaz odalarında 250.000 kişi hayatını kaybetti. Treblinka’daki imha kampı Temmuz 1942 Kasım 1943 tarihleri arasında faaliyet gösterdi. Ağustos 1943’te meydana gelen ayaklanmada kamptaki tesislerin büyük bölümü tahrip edildi. Kampta, 900.000 Yahudi hayatını kaybetti.

    En büyük ölüm merkezi ise hem toplama hem de çalışma kampı olarak faaliyet gösteren Auschwitz-Birkenau oldu. Auschwitz-Birkenau imha kampında 1 ile 2 milyon arasında insanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir. 250 Polonyalı ve 600 Sovyet savaş esiri üzerinde gerçekleştirilen ilk gaz ile zehirleme deneyleri 1941 Eylül’ünde gerçekleştirilmişti. Mart 1942’de faaliyete geçen imha kampı, faaliyetlerine Kasım 1944 tarihinde son verdi. Auschwitz-Birkenau’daki her 10 kurbandan dokuzu Yahudiydi. Kurbanların geriye kalanı ise büyük ölçüde Polonyalılar, Çingeneler ve Sovyet savaş esirlerinden oluşuyordu. Majdanek’deki gaz odaları ile Ekim 1942’de faaliyete geçirildi. Kamp, Auschwitz-Birkenau ile aynı şekilde işlev görüyor, aynı zamanda bir toplama ve çalışma kampını da içinde barındırıyordu. Kamp, 60.000 ile 80.000 Yahudi kurbanın hayatını aldıktan sonra 1943 yılının sonbaharında kapatıldı. 

  • Kamplarda Uygulanan Öldürme Yöntemleri ve İnfazlar
     Auschwitz'de Bulunan Gaz Odası

    İmha kamplarında Yahudilerin toplu olarak katledilmesinde en sık kullanılan yöntem gaz odaları olmuştur. Yahudiler gaz odalarına doğru topluca yönlendiriliyor, ardından kamp personeli kapıları kapatıyor, burada ya egzos gazı (Bezle, Sobibor ve Treblinka) ya da Zyklon B veya A zehirli gazları (Majdanek ve Auschwitz-Birkenau) gaz odasının içine veriliyordu. Bir diğer yöntem ise gaz verme kamyonlarının kullanılmasıydı. Gaz verme kamyonlarının kullanıldığı Chelmo’da, Yahudiler kamyonlara bindiriliyor ve kamyonun içine verilen egzos gazı ile boğuluyorlardı. Üçüncü bir yöntem ise, Yahudilerin ve diğer grupların (Sovyet savaş esirleri, Polonyalılar vs.) toplu olarak kurşuna dizilmesiydi. Majdanek’de, 3-4 Kasım 1943 tarihlerinde gerçekleştirilen toplu infazlarda bir gün içinde 17.000 ila 18.000 Yahudi öldürüldü. Erntefest (Hasat Festivali) olarak adlandırılan olay, Lublin bölgesindeki benzer diğer eylemleri de içeriyordu. Bunun sonucunda 40.000’in üzerinde Yahudi öldü.

    Kurbanlar imha kamplarına aşırı kalabalık trenlerde ulaşıyor, ardından da topluca varış rampasına yönlendiriliyorlardı. Burada, Alman SS personeli ve zaman zaman da gaddar Ukraynalı muhafızlar tarafından eşyalarını ve kıyafetlerini vermeye zorlanıyorlardı. Kurbanların çoğuna trene binmeden önce kendilerine yeni iş imkanları ve yaşam alanları sağlamak amacıyla doğuya götürüldükleri söyleniyordu ve birçoğu da en sevdikleri eşyalarını beraberinde getiriyordu.

    Yahudilerden toplanan alyanslar

    “Salt” imha kamplarında, kampa varışın hemen akabinde erkekler kadınlardan ayırılıyordu. İlk olarak erkekler gaz verilerek öldürülüyor, kadınların ise ölümlerine götürülmeden önce saçları kesiliyordu. Hem toplama hem de imha kampı olarak faaliyet gösteren Majdanek ve Auschwitz’de çalışma kamplarında çalışabilecek durumda olanlar SS tarafından seçiliyordu. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklar gibi, çalışamayacak durumda olanlar ise hemen gaz odalarına gönderiliyor ya da “kamp hastanesi”nde vurularak öldürülüyordu. Çalışabilecek durumda olanlar ise birkaç ay içinde zorlu çalışma yüzünden yıprandıklarından, şayet o zamana kadar ölmemişlerse, er ya da geç gaz odalarına gönderiliyor ya da rasgele infazlara kurban gidiyorlardı. Örneğin, çalışabilecek durumda olanlar, cesetlerin fırınlara taşınmasına ya da cesetlerin üzerinde değerli eşyalar aranmasına yardımcı oluyorlardı. Cesetler, devasa toplu mezarlara atılmadan önce dişlerindeki altın için yağmalanıyordu. Zaman içinde, Sovyet orduları Polonya içinde ilerledikçe, Naziler cesetleri ya toplu mezarlarda ya da krematoryumlarda yakarak korkunç suçlarının kanıtlarını saklamaya çalıştılar. 

  • Ölüm Kampı "Auschwitz"

    Polonya’daki Krakov kentinin 60 kilometre güneybatısındaki Auschwitz, 1940 yılının ilkbaharında inşa edildi. 1941 yılının Eylül ayında toplama kampının komutanı Rudolf Höss, tutukluların öldürülmesi için zehirli Züklon B temin edilmesini istedi. Aslında bir dezenfeksiyon maddesi olan Züklon B; kapalı alanda yaydığı buharla dakikalar içinde ölüme sebebiyet veriyor. Auschwitz toplama kampı ya da bir diğer adıyla bu ölüm kampında hayatta kalmayı başarabilenler 27 Ocak 1945’te Sovyet birliklerince kurtarılmıştı.

    Auschwitz Toplama Kampı

    Auschwitz toplama kampının acı geçmişinde yaşananları soykırım tanıkları anlatıyor: “Baltık Denizi ve Karpatlar arasındaki Doğu cephesinde 13 Ocak sabahı Sovyetler büyük bir operasyon başlattı. Cephe 1000 kilometre boyunca alevler içinde.” Operasyon sabahı Alman radyosundan bu haber veriliyordu. Kızıl ordu karadan ilerledikçe, Auschwitz toplama kampındakilere özgürlük biraz daha yakınlaşıyordu. Ancak özgürlük için daha iki hafta beklemeleri gerekliydi. Sovyet birlikleri 27 Ocak 1945’te nihayet kampa ulaştı. Fanatik Alman birliklerinin direnişi ile karşılaşan Kızıl Ordu’nun 231 askeri, kampı özgürlüğe kavuştururken hayatını kaybetti. Kamptaki yaklaşık 60 bin kişiden 7 bin 500’ü ise zaten adeta birer ölü gibi görünüyordu. Ve onlar uzun sürecek yürüyüşe katılamadı. Kamuoyunun Auschwitz’te yaşananları öğrenmesi hemen mümkün olmadı. Kamptan kurtarılanlarla ilgili ilk haber İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin Almanca servisi tarafından 1945 Nisan’ının ortalarında aktarıldı. Kurtarılanlardan biri de Anita Lasker’di. Lasker yaşadıkları şöyle anlatıyordu:

    “Kampa yenileri getirildiğinde başlarında bir doktor ve komutan bulunuyordu ve hepimizin gözleri önünde tasnif ediliyorlardı. Yaşları ve sağlık durumları soruluyordu. Yeni gelenler ise ne olduğundan habersizdi ve sağlık sorunlarını söyleyerek aslında kendi ölüm fermanlarını imzalıyorlardı. Özellikle yaşlılar ve çocuklar ne olduğunu anlamıyordu. Sağ taraftakiler hayatta kalıyor, sol taraftakiler ise gaz odasına gönderiliyordu…”

    Auschwitz’e getirilenlerin tümü gazla öldürülmüyordu. Hayvan taşımacılığında kullanılan vagonların içinde sıkış tepiş kampa getirilen insanlar, Nazi terminolojisine göre “tasnif” ediliyordu. Kimin gaz odasına gönderileceği kimin gönderilmeyeceğine SS doktorları karar veriyordu. “Auschwitz’in Azraili” olarak adlandırılan Josef Mengele de bu doktorlardan biriydi. Mengele, “tasnif” işinin yanı sıra kampta aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda kişinin üzerinde vahşi deneylerini de gerçekleştiriyordu. Mengele savaş sonrasında önce Arjantin'e ardından da Paraguay ve oradan da 1978 yılında bir deniz kazasında öldüğü Brezilya’ya kaçtı. Kamptan Sovyet askerleri tarafından kurtarılanlardan biri olan Anitta Lasker doktor Mengele’yi şöyle anlatıyordu:

    “Dr. Mengele orda çeşitli deneyler yapıyordu. Kadınlar, deneylerin yapıldığı Auschwitz’in ünlü 10’uncu bloğuna getiriliyordu. Ve kadınlar deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere kısırlaştırılıyordu… İkizlerle ilgili de yapılan deneyler vardı. Dilleri tamamen dışarı doğru çekilerek koparılıyordu, burun delikleri de zorla açılıyordu.”

    BBC’nin Almanca servisine olanları anlatan ve bu kamptan kurtarılanlardan biri olan Charlotte Gruno da şunları anlatmıştı:

    “Tasnif’ adı verilen işlem her hafta yapılıyordu. Saatlerce çağrı yapılıyor ve insanlar saatlerce o korkunç blokların önünde bekliyordu. Ardından doktor geliyor, onların başında da Mengele bulunuyordu, el hareketleriyle kimin yaşayacağına kimin öleceğine karar veriyordu. Sonra insanlar 1, 2, 3 diye numaralandırılıyor ve 25’inci bloğa getiriliyorlardı. 25’inci blok ölüm bloğuydu.”

    Auschwitz’teki tutukluların ölüm bloğuna gidip gitmeyeceğine karar veren Doktor Mengele ve Auschwitz’te Nazilere bağlı SS güçleri tarafından yaklaşık 1 milyon 100 bin kişi öldürüldü. Suçlular Kızıl Ordu yaklaşırken ölüm izlerini yok etmek için gaz odalarını 1944 yılının sonunda havaya uçururken, tutuklular da kamptan tahliye edildi ve batıya doğru tehcire zorlandı. Aşağı Saksonya Eyaleti’ne getirilen Charlotte Grunov ve Anitta Lasker, 1945 Nisan’ında İngilizler tarafından kurtarıldı.   

    Auschwitz korkunun ve Nazi sisteminin en büyük toplama ve imha kampıydı. Burada mükemmel şekilde işleyen korkunç Nazi sistemi daha da geliştirilmişti. Kitlesel ölümlerin organizatörü ise Adolf Eichmann’dı. Eichmann, Reich Ana Güvenlik Baş Dairesi (RSHA) olarak adlandırılan kuruluşun Yahudi işlerinden sorumlu yöneticiydi. Bu daire SS yapılanmasının bir nevi terör aracıydı. Eichmann 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Vatikan’ın desteğiyle Arjantin’e kaçtı. Ancak İsrail gizli servisi, 1960 yılının Mayıs ayında peşini bırakmadığı Eichmann’ın izini buldu ve onu İsrail’e kaçırdı. İsrail’de hakim karşısına çıkarılan Eichmann, Yahudilerin soykırıma uğratılmasında büyük rol oynamadığını iddia etti, ancak mahkemeyi ikna etme konusunda başarılı olamadı. Eichmann yargılama sonunda suçlu bulundu ve 1962’de idam edildi. 

  • Dachau Toplama Kampı

    Nazi Almanya’sının muhalifleri sindirmek için 22 mart 1933 yılında kurduğu toplama kampı, “Kristal Gece” olayından sonra siyasi suçluların cezalandırıldığı ve sistematik olarak öldürüldüğü bir yer halini almıştır. Münih’in yaklaşık 16 kilometre kuzeybatısında, Almanya’nın güneyinde, Bavyera Eyaleti yakınlarında terkedilmiş bir mühimmat fabrikası bulunan bölgede kurulmuştur. Nazi Almanya’sının kurduğu 5 ölüm kampından biri olan Dachau toplama kampı, aralarında 23 Türk’ün de bulunduğu 45.000 kişiye mezar olmuştur. Adı geçen toplama kampına, önceleri komünistler, sosyal demokratlar, muhafazakarlar ve liberal parti üyeleri getirilmiş, zamanla esir edilen Fransa, Belçika ve Rus askerlerinin yanı sıra Yehova şahitleri, Museviler, Papazlar ve eşcinsellerde getirilmiştir. Ayrıca Nazi Almanya’sının ve polisin öldürülmesini istediği gizli kişilerde bu kampa getirilerek infaz edilmişlerdir.

    Dachau toplama kampında krematoryum çalışması

    Kamptaki esirler, ülkedeki bina inşaatlarında, yol ve silah yapımında kullanılmış, hatta cesetlerinin yakılacağı Crematory’leri bile esirler kendileri yapmışlardır. Tam sayı bilinmemesine rağmen 33 ülkeden, toplam 200.000 kişinin bu toplama kampında esir tutulduğu bilinmektedir. Daha sonraları Alman doktorların tıbbi deneylerinde kullanılan esirler iyice vahşetin pençesine düşmüşlerdir. 1944 yıllarına doğru kamp öyle kalabalık olmuştu ki, bir yatakta sekiz kişinin uyuyacağı konuma gelmiştir.

  • Cehennem Kapısı: Ravensbrück Kadın Toplama Kampı

    Bu toplama kampları içinde Ravensbrück, kadınlar için yapılan en büyük toplama kampı olmasıyla tanınır. 140 bin kadına cehennem olan Ravensbrück, Berlin’e 85 kilometre uzaklıkta Brandenburg sınırları içinde bulunan Schwedsee Gölü yanında, Hitler’in en sadık dostlarından Heinrich Himmler’e ait bir malikanenin 170 dönümlük arazisine 1939 yılında kurulmuştur. Her ne kadar kitaplardan okuduğumuz, filmlerini izlediğimiz için ön bilgimiz olsa da gördüklerinize emin olun nutkunuz tutulacaktır. Kampın girişinde duvara kazılmış olan Alman yazar Anna Seghers’in şu sözleri kampa gelenlere gerçekleri görmeye hazır olun der gibi: “Onlar hepimizin annelerı, kızkardeşleri ve ablalarıydılar. Eğer bu kadınlar narin ve çelimsiz vücutlarını faşizm dönemi boyunca size ve geleceğinize siper etmemiş olsalardı bugün özgürce öğreniyor, oynuyor olamazdınız ve buraya gelemezdiniz!”

    Aralarında Polonya, Romanya, Macaristan, Fransa, Arnavutluk, Sovyetler Birliği de olmak üzere toplam 40 ülkeden kadın tutsaklar bu kampa getirilmeye başlandı. Kayıtlara göre Türkiye’den getirilen 71 kadın da burada esir tutulmuştu. Değişik ülkelerden gelen değişik dilleri konuşan kadınların buradaki ortak dili yaşamak ve direnmek oldu. Bu kampta komünist, ilerici, faşizm karşıtı, Yahudi, Çingene kadınlar ölüm kalım savaşı vermişlerdi. Bugün tamamen harabe halinde olan ve ziyaretçilere kapalı tutulan her bir barakada 500 kadın yaşamıştı. Barakalarda yaşamın nasıl olduğunu dönemde yazılan bir mektuptan öğreniyoruz: “250 kişilik barakalarda 500 kişi kalıyoruz. Her yer, her şey kir pas içinde. Bitleniyoruz, açlıktan ölüyoruz. Yemeklerin içinde insan sağlığına zarar veren her şey var. Temizlik ihtiyacımızı gideremiyoruz, yatak ve giysilerimizi üç ayda bir değiştiriliyor. Bağırmalar, dayak ve işkenceler, yeni yeni cezalar, alınıp götürmeler…”

    Giderek artan kamptaki kadın nüfusu 1943 yılında 15 bine dayanmıştı. Kamptaki uygulamalardan biri de akıl almaz yöntemler kullanılarak kadınlar üzerinde canlı canlı yapılan tıbbi deneyler oluşturuyordu. Kampın Nazi doktoru Carl Clauberg, tutsak kadınları kısırlaştırma deneyleri üzerinde çalışmış. Değişik ilaçları denemek için tutsakların yaraların içine bakteri, cam parçaları, pislik yerleştirildiği daha sonra Nürnberg Duruşmaları’nda kanıtlanmıştı. Kadınların bulunduğu bu toplama kampında esir kadınlar Alman tekellerinin emrine sunuldular. Silah, kimya ve tekstil sektörlerinde bir parça ekmek karşılığı en az 12 saat çalıştırılan kadınların en çok yaptıkları iş SS subaylarının eşlerine kürk mantolar ve çocuklarına elbiseler dikmekti. Çalışma koşulları kadınların başta tüberküloz olmak üzere değişik hastalıklara yenik düşmelerine neden oluyordu. Faşistler, bu koşullarda günde 12 saat çalışan kadınlara 9 aylık bir ömür biçmişlerdi. Yine zaman zaman sergilenmek için dışarı çıkarılan ve dev bir beton silindirin yol yapımı için kadınlara çektirildi. 12 kadın kırbaçlanarak kocaman silindiri çekmek zorunda bırakılıyordu. Tarlada, taş kırmada, işletmede kırbaçlanarak çalıştırılanlar itiraz edecek olurlarsa hücre cezasına çarptırılıyorlardı. Hücre cezası 5 günden 3 aya kadar değişiyor, karanlık hücre, ekmek ve su hücresi, işkence hücresi gibi bölümler oluşturulan zemin katta 78 hücre bulunuyordu.

    Kadın mevcudunun giderek artmasından sonra barakalar yetmeyince kadınlar için çadırlar kurulmaya başlanmıştı. Çadırlarda kalanların büyük çoğunluğu da 1944-1945 kışının dondurucu soğuklarında kurtulamamışlardı. Kampa sevkler devam ederken, her sevk, binlerce ölüm demekti. İdamlar, kuşuna dizmeler, gaz odaları, akla hayale sığmayacak işkence yöntemleri ve daha neler neler… Bunlar da kafi gelmeyince tutsakları yakmak için fırınlar yapılmaya başlanmış. Kamptaki krematoryumlar 1943 yılında açılır. 1943’teki kamptaki kadın sayısı 15 bin 100’dü. Fırınlarda yakılan kadınların külleri Schwedsee’ye dökülürdü. Şimdilerde önü zincirle kapatılan, kapısına güller, mumlar bırakılan bu fırınlar zamanın en dehşet verici tanıklarından biridirler.

    Daha sonra Kızıl Ordu’nun yaklaşmaya başlamasıyla 1945 yılı Mart ayında Ravensbrück’te idam alanları, gaz odaları ve fırınlar bir kez daha devreye sokuldu. Yalnızca bir ay içinde 2 bin 400 kadın katledildi. SS’ler 27 Nisan’da kampı boşalttı. Ağır hasta 2 bin kadın, 200 erkek ve kampta çalışan 700 kişi zorla ölüm yürüyüşüne çıkarıldı. 30 Nisan 1945’te ölüm yürüyüşüne çıkan bu tutsaklar Sovyet birlikleri tarafından kurtarıldılar. Sovyetler Kızıl Ordusu tarafından kurtarılanların bir kısmı daha sonra Hamburg ve Nürnberg Duruşmaları’nda tanıklık ettiler. Ravensbrück Kadın Toplama Kampı’nda 1939-1945 tarihleri arasında toplam 132 bin kadın ve çocuk, 20 bin erkek ve 1000 genç kız esir tutuldu. Kamp, Kızıl Ordu tarafından ele geçirilip tutsak insanlar kurtarılıncaya kadar binlerce kadın, çocuk acımasızca katledildi.