machiavelli
Zafere giden her yol mübahtır
En Beğenilen Yazar Sırası
:
10
Toplam Başlık Sayısı
:
21
Toplam Puanı
:
128
Toplam Giri Sayısı
:
159
Bu Ayki Puanı
:
68
En Aktif Yazar Sırası
:
8
Joseph Goebbels
malcolm
iktisat tarihindeki 5 garip olay
sotarih
1. Pasta mı, idam mı?
Üçüncü yüzyılda Roma devletinde, İmparator Diocletian, artan enflasyonu ve develuasyonu önleyebilmek amacıyla, ürünlere fiyat sınırlaması getirmişti. İmparatorun belirlediği fiyattan daha yüksek bir fiyata ürün satanlar, idam ediliyorlardı. Bu kural, satıcıların ürünleri stoklamalarına, bir diğer deyişle karaborsacılık yapmalarına yol açtı. Karaborsacılığın artması üzerine, karaborsacılık yasaklandı. Cezası, idamdı. Bunun üzerine insanlar ticaret yapmayı bıraktılar.
Ancak devlet pes etmedi ve bir başka kanun yürürlüğe girdi: Satıcıların işyerlerini kapatmaları veya babalarının işlerine geri dönmeleri yasaklanıyordu. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu yasaklara uyulmamasının cezası da idam olarak belirlenmişti.
Roma İmparatorluğu’nun nasıl bu kadar uzun bir süre yıkılmadığını anlayabilmek gerçekten güç.
2. Mississippi Balonu
1717 yılında İskoçyalı bir iş adamı ve banker olan John Law, Mississippi Company isimli bir Fransız işletmesinin başına geçti. Bİr kaç yıl içinde, işletmeyi, dünyanın her yanına dağılmış halde bulunan Fransız kolonilerinin ardındaki itici güç haline getirmeyi başardı. Şirketin hisse değerleri, bir yıl içinde 500 livreden 10,000 livreye çıkmıştı. Ancak bir yıl içinde olanlar oldu ve şirketin hisseleri hızla değersizleşti. Law, Fransa’ya kaçtı ve şirketin ana hisse sahibi olan Fransız hükumeti, şirketin borçlarından bir kısmını geçersiz saymak zorunda kaldı. Bu kararla beraber, dünyanın değişik yerlerinden pek çok hak sahibi, haklarını yitirmiş oldular. Ekonomistler, bu olaydan “Mississippi Balonu” ismiyle söz ederler.(Hayvanlardan Tanrılara kitabında bu olayı daha güzel açıklar,Hollanda'nın üstünlüğünün kara savaşları ile gerilediği dönemde İngiltere ve Fransa bu boşluğu doldurmak için yarışırlar,lakin bu olay Fransa'nın kredi bulma olayını zora sokar,ingilizler daha ucuz ve daha kolay kredi bularak finansmanlarını yoluna koyar ve ekonomik hükümdarlığı ellerine geçirirler).
3. Mason-Dixon Dip Noktası
Çoğumuz, Alman Weiman Cumhuriyeti’nde enflasyonun yol açtığı etkilerden haberdarız. 1920 ile 1923 tarihleri arasında, Almanya’da fiyatlar yüzde 3.25 milyon oranında artmıştı. İnsanlar evlerinde paralarını yakıyorlardı, zira ellerindeki parayla alabilecekleri odunlarla daha az ısınabileceklerdi.
Aynı durum, daha az büyüklükte olsa da, ABD’nin konfederasyon döneminde de yaşandı. 1861 – 1864 yılları arasında, eşya fiyatları ayda %10 artış gösterdi. Sivil Savaş’ın sonunda Amerika’da yaşamak için, savaş öncesine göre %92 daha fazla para harcamak gerekiyordu.
4. Tokyo’nun Düşüşü
Japonya, 20. yüzyılın en büyük iktisadi yükselmelerinden birini yaşadı. 80’lerin sonunda emlak fiyatları o kadar yükselmişti ki, Japonya’nın toplam arazi değeri, ABD’nin 4 katını aşmıştı (ABD, yüzölçümü itibari ile Japonya’dan 26 kat daha büyük). Tek başına Tokyo’nun gayrimenkul değeri, ABD’nin gayrimenkul değerinden daha fazla ediyordu. Ancak, yüzyılın sonlarında, Tokyo Menkul Kıymetler Borsası, 1989’daki zirve noktasından %60 gerilemişti ve emlak fiyatları %80 azalmıştı.
5. Biri “Mortgage” mı dedi?
1860’larda, yeni kurulan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda, bankerler, halka fazla borç vermeye teşvik edildiler. Burada amaç, devletin büyümesini hızlandırmaktı. Ancak sonuç (burası size tanıdık gelecek); ev fiyatlarının spekülasyonlara bağlı olarak artması, alınan sermayelerin geri ödenmemesi ve Orta Avrupa’da ekonomik çöküşün başlaması oldu. Dünyaya yayılan bu depresyon hali ABD’ye de ulaştı ve 1873’teki krizin ortaya çıkmasına sebep oldu. Ancak konuya iyi tarafından bakarsak, Avrupa’daki mimari yönden başarılı sayılan pek çok binanın “oransız bolluk” döneminde inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Kaynak : http://opereysin.com/yaz-bi-yere/1203-iktisat-tarihindeki-5-garip-olay/
NOT : Resim Osmanlı iktisadi tarihin anlatan güzel bir kitap olduğu için eklenmiştir,okumanızı tavsiye ederim.
Charlie Chapli'nin Türkiye'ye İlk ve Son Seslenişi
dorko21
İnsanlara mı inanacağız, yoksa eşeklere mi?"
7 Aralık 1942. İkinci Dünya Savaşı'nın en kanlı günleri ve dünya kan gölü. Amerika'nın Sesi radyosu Türkçe yayında. O zamanın en önemli oyuncularından Charlie Chaplin yayına konuk olur.
Tüm Türkiye radyonun başında bekliyor heyecanla.
Programın başında konuk sanatçıya katılımından dolayı teşekkür eden spiker "dostlarımıza ve sizi sevenlere ne söyleyeceksiniz" diye sorunca, "ilk fırsatta onları mutlaka ziyaret edeceğim" karşılığını alıyor.
Spiker heyecanla devam ediyor ve "Sizi Türkiye'de dinleyen sevdiklerinize bir şeyler söylemek ister misiniz?“ diye soruyor.
-."Var. Onlara Nasreddin Hoca'nın bir fıkrasını anlatmak istiyorum.." (O konuşurken tercüme ediliyor."
“Hoca’nın bir gün kapısı çalınır. Hoca kapıyı açar, komşusu der ki; Hoca eşeğini ödünç alabilir miyim? Hocanın vermek istemiyor. Eşeğim burada değil. Peki der adam ama tam gidecekken eşek ahırda anırır. Komşu bunu duyar, geri döner; “Hoca, hoca utanmıyor musun şu koca sakalınla yalan söylemeye?” Nasreddin Hoca hemen cevap verir. “Be adam bana mı inanacaksın? yoksa eşeğin anırmasına mı?”
Sanatçı, fıkrayı anlattıktan sonra öyle bir laf eder ki, Türkiye'de yer yerinden oynar; “İnsanlar artık bir karara varsın. Eşeklerin anırmalarını mı dinleyecekler, yoksa insanların sözünü mü?”
Bu onun Türkiye ile ilk ve son temasıdır.
Marilyn Monroe ve Patates Çuvalı
dorko21
Sanatçı Beverly Hills Hotel'deki bir partiye göğüs dekoltesi o dönem için bile hayli cüretkâr kaçan bir tuvalet ile katılınca; kadın köşe yazarları artık hasetlerinden midir, yoksa mesleklerinin verdiği doğruyu yazma tutkusundan mıdır bilinmez; Marilyn Monroe'ya veryansın etmeye başlarlar. Hele içlerinden birinin dili de, kalemi de öylesine keskindir ki; o saat şunları yazar: "Monroe son katıldığı partideki kırmızı elbisesi içinde malesef bayağı bir kadın gibi görünüyordu. Ucuz bir şeyler, mesela bir patates çuvalı geçirse sırtına o zaman gerçek yüzünü görüp hepimiz rahatlayacağız."
Genç yıldızın hakaret sınırlarına dayanmış, dahası kavgada bile edilmeyecek bu sözleri okumasıyla minik bir çığlık atması bir olur. Çığlık atmak da kesmemiştir, ardından elindeki gazeteyi buruşturarak camdan dışarı fırlatır. Fazlasıyla içerlemiştir. Ancak gelin görün ki, 20th Century Fox, Halkla İlişkiler Departmanı, Marilyn Monroe Masası (M.M.M.) bu iğneleyici makaleyi bir sonraki haftaya baş sayfalardan başlamak için güzel bir fırsat olarak değerlendirme kararını sabahın köründe yaptıkları kriz toplantısında almıştır bile.
Ertesi gün, tüm akla seza itirazlarına rağmen Monroe'nun sırtına, tepesine delik açılmış bir patates çuvalı geçirilir. Zira kapı gibi kontrat stüdyonun elindedir ve ne buyurulduysa Monroe onu giymek mecburiyetindedir. Stüdyonun kıdemli fotoğrafçılarından bir tanesine değişik pozlar verir Marilyn. Fotoğraflar bütün mecmua ve gazetelere servis edilir. Ertesi hafta tüm yazılı basının ön sayfasında Marilyn Monroe ve patates çuvalı vardır. Elbette paçavraların içinde bile, binlerce dolarlık elbiselerin içinde olduğu kadar güzeldir, alımlıdır, cazibelidir ve ışıl ışıl gülümsemektedir.
Osmanlı'da Evrim Teorisi
romacumhurbaskani
Osmanlı'da evrimi ilk defa gündeme getiren kişi Ahmed Midhat efendiydi (1844-1912).Dağarcık adlı derginin ikinci sayısında Veladet” (doğuş) adlı yazışında evrimi şöyle açıklıyordu.…Her tabakada o kadar hallere girdim ki, tarif değil isimlerini saymış olsam kamus (sözlük) kadar bir kitap olur. Nihayet dördüncü tabakada dahi nice yüz bin inkılaplar gördükten sonra aksamımı toplaya toplaya…meydana geldim.”
Yazılarında Lamarck'dan söz eden Ahmed Midhat efendi buna rağmen eserinde Darwin’in Doğal seçilim teorisinden söz etmiyor.İlk Türk romanı Taaşşuk-u Talat ve Fitnat yine ilk Türkçe sözlük Kamus-i Türki ve Şemsettin Sami bey'e ait insan adlı çeşitli eserlerinde çekinerek'de olsa evrimi anlatmakta. jeolojik ve arkeolojik kanıtlarla evrimden söz ediyorlardı.Fakat Şemsettin Sami beyin kitabında Darwin ve teorisinden söz edilmez.Kapatılan ikinci Darülfünun’un müdürü Hoca Tahsin efendi 1880 veya 1881’de yazdığı fakat öldükten sonra 1892'de yayınlanan Tarih-i Tekvin yahud Hilkat (varoluşun ve yaratılışın tarihi) adlı eserinde evrimden şu şekilde söz edilir.
“Tabiatın bağrında değişmez bir şey var mıdır? Bütün türler ve cinsler bir değişim ve daimi olgunlaşma halinde olduğu halde türlerin değişmezliğini iddia edenler, karşılaştırmak için yeterli derecede olmayan kısa bir süre varsaydıklarından dolayı aldanmışlardır” diyor.
Hoca Tahsin bu sözleri ile evrimin anlaşılması konusunda önemli bir bakış açısıydı
Hoca Tahsin efendi Darwin’le ilgili olarak “Darwin’in bu hususa dair ifadeleri her ne kadar kafi mertebede değilse de, mesleği (izlediği çizgi) varoluşu açıklamasına ve gerçeklik felsefesine uygun olmakla, olgunlaşacağından kesinlikle şüphe duyulmaz.”diyerek söz ediyordu.
Fakat yine doğal seçilim teorisinden söz edilmiyor.
Darwin ve doğal seçilimin söz edilmesi Ali Sedad Bey
Osmanlı doğal şeçimle ilk kez Ali Sedad beyin 1882'de yayınladığı kitapla tanıştı.fakat işin ilginç tarafı yayınladığı kitapta bu teori desteklenmiyor kanıtlanmaya çalışmıyor tam aksine bu teori red edilerek yanlış olduğu anlatılmayı çalışılıyor Ali Sedad bey daha çok mantık üzerine yazdığı kitaplarıyla tanınmıştır.Ayrıca ilk Osmanlı ilk termodinamik kitabınında yazarıdır.
1882'de yayınladğı Kavaid-i Tahavvülat fi Harekat-i Zerrat (parçacıkların hareketine ilişkin dönüşüm kuralları) adlı 192 sayfalık eseri Fizik ve Biyoloji tarihi bakımından oldukça önemli bir eserdir.Kitabın 163. ve 170. sayfalar arasında evrim'den söz ediliyor. Darwin’in evrim teorisini detaylı bir şekilde anlattıktan sonra evrim teorisini reddediyor.ve eleştirilerini sıralıyor.Ali Sedad bey, “Darwin’in bu konuda ortaya koyduğu kanıtların en önemlilerinden söz edeceğiz” dedikten sonra sonraki dört paragrafta doğal seçilim mekanizmasını bilimsel ve gayet anlaşılır bir dille okurlarına anlatıyor.canlıların sınırsızca çoğalmasını önleyen en önemli engel, “fıkdan-ı maişet”tir (geçim araçlarının kıtlığı) Bu nedenle, her türün bireyinin, nafakasını temin etmek ve varlığını sürdürebilmek için yürüttüğü bu mücadelede, kuvvetli olan zayıfa galip gelmekte ve bazı faydalı özelliklere sahip olanlar diğerlerinden daha fazla “muammer olmaktadırlar” (yaşamaktadırlar).
Ali Sedad bey “Darwin Mesleğinin (çizgisinin) Muhakemesi” başlıklı paragrafta ise iki büyük itirazı söz konusuydu.Bunlardan birincisi yine bir türün oluştuğu ile ilgili bir kanıt olmadığı ikincisi ise bir ara türün bulunmadığı
Ali Sedad bey burada ilginç bir retoriğe başvuruyor Darwin’i destekleyenlere “jeoloji tabakalarındaki bilimsel araştırmaların henüz yeterince yapılamamış olmasından dolayı ileride geçiş biçimlerinin bulunması muhtemel olduğu için, jeoloji biliminin bu aşamasında Darwin’in tezlerine itiraz olunamaz” diyen doğa bilimcilere
“Bu durumda jeolojinin bugünkü halinde Darwin’in mesleği kabul olunur şeylerden değildir diye ifade etmek daha münasiptir.”şeklinde cevap veriyor Ali Sedad bey Darwin’in türlerin oluşumunun çok yavaş işlediği ile geçiş biçimlerinin hızlı olduğu düşüncesinin çeliştiği görüşünde.
Ali Sedad evrim teorisine olan itirazlarını bitirdikten sonra Darwin’in insanın maymundan geldiğini söylemediğini, insan ve maymun'un diğer bir türden geldiği belirtiyor.İnsan ve Maymun içinde benzerlik değil farkılık olduğunu belirten Ali Sedad bey bu iki türün tamamen aynı ve benzer olsalar bile insanın konuşma özelliği ile maymunda ayrıldığını belirtiyordu.bu nedenle Lamarck ve Darwin’in düşüncelerinin yanlış olduğunu belirtiyordu.Ali Sedad bey Darwin’in Türlerin Kökeni kitabıdan 23 yıl sonra evrim teorisi doğal şeçilimi açıklaması Darwin görüş açısı ile ilk kez Osmanlı okurlarına açıklaması süphesiz Biyolojik tarihimiz açısında ilginç ve bir o kadar önemli bir gerçektir.
John Steinbeck
birkatrekitap
HÜLAGU HANIN ARAP HALİFESİNE MEKTUBU
acapella
Nice kimseleri yok ettik, nice çocukları atasız bıraktık, yeryüzünün üstünü değiştirdik ve altüst ettik; size kaçmak var, bizde ise kaçanları yakalamak var, sizin için bizim kılıcımızdan kurtulmak yoktur; siz nerede bulunursanız bulunun oklarımız size yetişir, atlarımız her attan ziyade koşar ve oklarımız bütün siperleri deler, kılıcımız indiği yere yıldırım gibi iner, akıllarımız dağlar gibi sağlamdır, sayımız ise kumlar kadar çoktur; bizden aman dileyen selamete erer, bizimle savaşa yeltenenler sonunda pişman olurlar.
Siz bize “kafir” diyorsunuz, biz de size “fasık” diyoruz. Biz, bütün işleri tedvin ve takdir eden Tanrı tarafından, size musallat edildik. Yeryüzünün batı ve doğusu bizim elimizdedir, hiçbir yere kaçıp kurtulamazsınız”
Hellen ve Roma Tarihi
romacumhurbaskani
MÖ. 13 yüzyılın sonları ile MÖ. 12. yüzyılın başlarında Yunanistan'ın Dorlar tarafından işgalidir.Dorlar’ın Yunanistan'dan önceki vatanları bilinmemektedir.En çok kabule edilen görüş Orta Avrupa’dan, muhtemelen günümüz Polonya’sından göçe başladıkları, burada Keltler’in, İliryalılar’ın, Daçyalılar’ın ve Traklar’ın komşuları oldukları yönündedir.
Doğu Avrupa'da başlayan kıtlıklar sebebiyle doğuya doğru göç etmeye başladılar bu göç dalga dalga ilerleyerek Anadolu ve Suriye'ye kadar uzun mesafelere vardı.Bu göç dalgalarının Yunanistan’a yönelen bölümünde İliryalılar ve Dorlar, Yunanistan’daki Miken Uygarlığı’nı dağıtmışlardır Miken Krallıkları son bulmuştu.Ege Denizi, Batı Anadolu kıyıları, Doğu Akdeniz kıyı ve adalardaki kolonileri ile ticari bağlantıları kesilmiştir. Yunanistan'a adalara ve Anadolu’nun güneybatı kıyılarına yayılan Dorlar aynı benzer seviyede bir medeniyet kuramadılar ticaret daraldı yazı ise zamanla unutuldu 400 yıl süren bu çağa “Dor Karanlık Çağı” adı verilmektedir. Bu dalga dalga göçler sonunda Hititler'in yıkılmasına veya bir duraklama dönemine girmiştir.Ama tarihçilerin genel kanısına göre, Hititler Ege Göçleri sonunda yıkılmıştır.Göçler sonunda yunan anakarasından ayrılan Aioller, kuzeybatı Anadolu’ya (Edremit Körfezi ve civarı); İyonlar, Batı Anadolu’nun orta kesimine (kabaca İzmir ili ve civarı), Dorlar ise Anadolu’nun güneybatı köşesine (kabaca Muğla) yerleşmişlerdir.
Hellen ve Roma Tarihi
romacumhurbaskani
EGE'DE KARANLIK ÇAĞ
Akha merkezlerinin Ege göçleri ardından yok olmasında sonra Ege dünyasında Karanlık çağ yada diğer adıyla Yunan Orta Çağı denen bir suskunluk dönemi başladı.Fakat bu dönem isminin aksine asla bir karanlık dönem olmadı.Yapılan araştırmalar sonunda bu dönemim siyasel kültürel yaşamı bilinebilmektedir MÖ 1100-750 yıllarını kapsayan dönem hakkında ne yazık ki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır.Bilgilerimizin çoğu Homeros'un destanlarına dayanmaktadır.Karanlık çağın daha karanlık dönemi ise erken karanlık çağ denen dönemdir geç dönem ise biraz daha aydınlanmıştır.Bu dönemde Akha'da Yunanistanda nüfus önemli ölcüde azalmıştı Ancak geç evrede ise artış gözükmektedir Polis kent devletleri klasık dönem tapınaklar öncüleri karanlık geç dönem ile ortaya çıkmıştır Fenikllerden alınan alfabe geliştirilerek Yunan alfabesi icat edilmişti.