machiavelli
Zafere giden her yol mübahtır
En Beğenilen Yazar Sırası
:
10
Toplam Başlık Sayısı
:
21
Toplam Puanı
:
128
Toplam Giri Sayısı
:
159
Bu Ayki Puanı
:
68
En Aktif Yazar Sırası
:
8

machiavelli Sözlük Seceresi

  • güldüren tarih




    her ne kadar desteklemesem de sevdiğim karikatürlerden

    0 1
  • Bayrampaşa Silahlı Saldırısı

    @DonQuixote bahsi geçen terör örgütü 2 ay önce yaptığı son düzenlenmesi ile birlikte şehir içi ve arazi birliklerini tek bir çatı altında yani YPS çatısı altında topladı. Bu da şehir içerisindeki saldırıları yapanlar ile kırsal kesim saldırılarını yapanların aynı militanlar olduğuna işaret ediyor.
    Öte yandan isimleri YPG, YPS, YDG-H (lağvedildi), öz savunma birlikleri olan bu örgütlerin hepsinin tek bir çatı altında toplandığını ve bu çatının da bizlerin gözünde bir örgüt olduğunu unutmamak lazım.
    DHKP-C de bu çatının altındaki bir oluşumdan başkası değildir. Bunlar sadece bölgesel olarak ayrılmış ve farklı isimlendirilmiş, aynı ailenin aynı kandan çocuklarıdır.
    Bu nedenle aralarında bir bağlantı olmadığını, bunların bağımsız hareket eden örgütler olduğunu söylemek de büyük bir yanılgı olur. PKK tarafından ele geçirilen gazetecileri, asker cesetlerini gidip de HDP milletvekilleri teslim alıyor da Hepar alamıyorsa arada HDP'den PYD'ye kadar aynı çatı altındaki oluşumların birbirinden bağımsız hareket edip eylemlerinden sadece kendilerini sorumlu tutmak, günümüzün başarılı siyaset oyunlarından biri olan böl-dikkat dağıt'a alet olmak anlamına gelir.
    0 1
  • Bayrampaşa Silahlı Saldırısı

    @DonQuixote bilgi eksikliğini giderebilmen için önce doğru bilmen gerekir. Bahsi geçen birliklerin YPS catisi altinda toplandiginin kaynagi buradadır inceleyebilirsin http://www.tarihiolaylar.com/gundem/pkk-dan-yeni-olusum-yps-1267
    Ya da okumazsan ben o kaynaktan şu cümleyi alıp naklediyim:" PKK, şehir içlerinde çatışan YDG-H'ı lağvederek YDG-H, Öz savunma birlikleri ve kırsal kesimden gelen militanları tek çatı altında toplayarak YPS'yi (Yekineyen Parastina Sivil) kurdu."

    Öte yandan diger soylediklerinin hepsi benim dediklerimi doğruluyor, özellikle HDP'nin iletişimi olup da "HEPAR'ın ne iletişimi olacak ki?" demenin altında zaten makro sorunun ta kendisi yatıyor.

    Tarih boyunca hangi coğrafyaya bakarsan bak Marksist-Leninist düşünce yanında devrim kelimesini de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle de 20 küsür yıl önce kurulmuş olan DHKP-C bu düşüncenin silahlı bir örgütü olarak, sence bugün ülkeye komünizm getirmek için Bayrampaşa Saldırısını gerçekleştirdi sence?
    Sence bu saldırının amacı ülkenin Markisistleşmesi, Leninistleşmesi mi?
    Özellikle bu kadar gergin ve kritik bir siyasi havada? Biraz daha makro bakmanda fayda var.
    Zaten şu anda istenilen sizin gibi gençlerin mikro örgütler arasında kaybolup soruna makro bakmaması. Bizden geçiyor artık ama sizin daha bilinçli yaklaşmanız lazım. Makro bir algı oluşturmak için daha geniş bakman lazım. Şunu unutma kapitalizm ve komünizm kavramlarını kuran ve bu kavramlar üzerinden böl-yönet politikası uygulayan kişilerin ne DHKP-C'den ne de YPS'den haberi var. Görevleri bu örgütlere dağıtanlar veya onları bunları yapmaya teşvik edenler piramitin daha altında olup oyunu yönetenlerdir. Piramitin en tepesindeki oyun kurucular oyunlarını mikro örgütlere bakmadan belirlerler. Daha sonra da bu amaçlar doğrultusunda pire gibi salınmış örgütler kullanılarak farklı eylemler gerçekleştirilerek hem risk dağıtılır hem de alt gruplara farklı kitleleri çekerek toplamda daha çok kişiye ulaşılır.
    Konuyla ilgili son bir örnek vereceğim açıklayıcı olsun diye: Volkswagen'in halk arabası olarak çıkıp daha sonra sınıfında büyük bir kitleye satış yapmasından sonra aldığı karar, onu yeni kitlelere hitap etmeye yönlendirmiştir. Sonra da Seat, Bugatti ve Porsche gibi markaları Volkswagen bünyesine katmıştır. Dikkat edelim Volkwagen Benchmarking yaparak know how'ı alarak bu segmentlerde ara üretmiyor direk markaları ismiyle alıyor. Bunun sebebi Volkswagen'in hitap etmediği insanları da çatısı altına almasıdır. Bu şekilde Volkswagen farklı markalar altında A sınıfına da B sınıfına da C sınıfına da hitap edebilmektedir.
    Bu örnekte vermek istediğim şu. Farklı sınıflara farklı adlarla hitap ediyoruz deyip de insanların odağını bölmek, büyük bir siyaset oyunudur. Sonuçta çatıdaki ideoloji, aynı ceplere fayda sağlaması üzere daha fazla militan toplamaktır.
    Benden bu kadar, umarım faydalı olabilmişimdir.
    0 2
  • savaş teknolojisi

    Güzel sorunuz ve güzel yorumlarınız için teşekkür edip, birkaç not eklemek isterim.

    Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Alman disiplini diğer ülke disiplinlerinin hepsinden daha farklıdır. 1. dünya savaşı hezimetinden sonra hitler'le toparlanan Almanya, 2. dünya savaşından sonra da aynı şekilde yine toparlanmanın önüne geçmiştir. Burada tabi ki Almanların yoğun bir 1. dünya savaşı süreci geçirmesinin büyük etkileri vardır. Tecrübe her şeyden öte bir kazanımdır.

    2. dünya savaşı sürecinde Nazilerin savaş tekonolojisi üretiminin başında duran kişiler Almanlardı ve bu Almanlar know how'a sahip kişilerdi. Yani beyin kısım zaten tecrübeliydi ve öncesinde bir dünya harbi görmüşlerdi. 100 yıl arge yapmak yerine 5 yıl savaşta kalın, göreceksiniz ki o 5 yıl içerisinde 100 yıldan daha ileri gitmişsiniz. Bunun nedeni anlık pratik yapma şansı ve hataları hemen tespit edip düzeltme ve geliştirme ihtiyacıdır.

    Öncelikle ilk sebebi tamamlamış olduk: I. Dünya Savaşı'ndan gelen benzersiz bir üretim know how'ı.

    İkinci olarak Naziler savaş başladıktan sonra inanılmaz bir hammadde kaynağına da erişmiş oldular. Bu da özgür ve sınırsız üretim imkanı sundu ki asıl üretim çılgınlığı ve geliştirme süreci Hitler savaşa girdikten sonra yaşandı. 1939-1942 yılları arasında akıllara durgunluk verici ve eşi benzeri olmayan bir üretim vardı. Tigerlar düşmanlara kök söktürüyor, Luftwaffe yeni uçaklarla donatılıyorlardı. Tüm bunlar için komplo teorilerini bir kenara bırakmak lazım. Komplo teorilerinin çok daha ötesinde bir harp yaşandı.

    Dilediğiniz kadar paranız olsun ve sizi II. Dünya Savaşı simülasyonuna sokalım, başaramazsınız. Nazilerin o dönemde gerçekleştirdiği savaş teknolojisinin gelişim ivmesini yakalayamazsınız. Bu nedenle maddiyatın nereden geldiğinden çok savaş teknolojileri konusundaki eşsiz gelişimlerinin sebeplerine değinmeyi daha doğru buluyorum.

    Bir diğer neden toplama kampları ve ghettolardı. Tüm dünya hiçbir döneminde bu kadar işçiyi bu kadar kötü şartlarda çalıştırmamıştı. Hitler kendisine devasa bir işçi kitlesi oluşturmuştu ve bu işçileri o I. Dünya Savaşı'ndan gelen tecrübeleriyle gelen Alman beyinleriyle birleştirmişti. Almanya'da hem mühendislik hem tıp hem de askeri strateji en üst düzeydeydi.

    Dediğim gibi bu herhangi bir örgütün veya örgütlerin finansal yardımlarının çok ötesinde bir olaydır. Eşi benzeri görülmemiş, hayret verici bir süreçtir. Bunu Hitler, Goebbels gibi kişiler olmadan başaramazlardı.

    @malcolm bu sorununuzun cevabını vermek için o dönemlerde Hitler'in ve Nazilerin yanında savaşmak gerekirdi. Ben sadece etken sebepleri sıralamaya çalıştım. Umarım faydalı olmuşumdur. Hitler'e Sordunuz Mu? kitabını okudukça daha detaylı cevaplar bulabileceğinize eminim.

    Şu anekotodu da unutmayınız ve bu tür sorular aklınıza geldiğinde hatırlayınız:

    Stalingrad'a doğru savaşmaya giden bir asker notlarına şöyle yazacaktı: "Bizim için Nazi olmak bir siyasi parti veya örgüte bağlılık değil, Alman olmanın verdiği bir doğuşsal bağlılıktır."
    0 3
  • Toplama Kamplarını Adolf Hitler mi İcat Etti? Cevap: Hayır

    Toplama kampı fikri ilk kez 1900-1902 yılları arasında İngilizler tarafından İkinci Boer Savaşı’nda (1899-1902) hayata geçirilmiştir.

    Daha öncesinde bu sistemin benzerleri İspanyolların Küba’da yürüttüğü On Yıl Savaşlarında (1868–1878) kullanılmıştı ama bir ulusun tamamını hedef alan ve nüfus azaltmayı amaç edinen konstrasyon kampı sistemi ilk defa İngilizler tarafından Boer Savaşı’nda uygulandı. Olayın detayları iseşöyledir:

    Mevcut para birimlerinin değerlerini kaybetti, altının önem kazandığı bu dönemlerde İngiltere Güney Afrika’daki sömürgelerini genişletmeye oradaki altın yataklarını daha da kontrol altına almaya karar verdi.

    Özellikle Transvaal’daki dünyanın en büyük altın madeni İngilizlerin himayesi altında değildi ve İngilizlere göre bu çok büyük bir kayıptı. Üzerinde yaşayan insanlar önemli değil o madenler İngilizlerin olmalıydı.

    İngilizler tam da bu amaçla Güney Afrika’daki garnizonlarını artırdılar. Bunun üzerine de toprak sahipleri olan Boer’ler İngilizlere bir ultimatom verdiler. Fakat tabi ki bu ultimatom İngilizleri hedeflerinden etmedi onların amacı zaten gerekirse canlı varlık bırakmayarak o altın madenine hakim olmaktı.

    Boerler çevre halkların da desteklerini alarak ayaklandırlar ve bölgedeki İngiliz birliklerini yenilgiye uğrattılar. Bunu kabullenemeyen İngilizler de bölgeye savaş süresi boyunca yarım milyon asker yığdı. İngilizlerin zamanla arttığını ve Johannesburg gibi kritik kentleri ele geçirmeye başladığını gören Güney Afrika Cumhurbaşkanı Kruger hemen topuklara yan basarak Avrupa’ya kaçtı.

    Ama birkaç komutan vardı ki Kruger ile aynı havayı solumuş olmaktan utanıyorlardı. Bu yetenekli komutanlar (Christiaan Rudolf de Wet ve Jacobus Hercules De la Rey) Boer komandolarını eğiterek İngilizlere karşı savaşa sürdüler. Bu çarpışma 15 ay boyunca devam etti. O sıralar çarpışmayı yürüten Horatio Herbert Kitchener (Kraliyet Ordusu Kara Kuvvetleri Mareşali) ise aldığı önlemlere rağmen savaşı tamamen kazanamadığını görünce, Boerlerin yaşadıkları yerleri yakıp yıkmaya ne kadar Boer varsa, onları o topraklara gömmeye karar verdi.

    Bu amaçla da ilk olarak savaş sırasında evlerinden olmuş mültecilere sığınak görevi görmesi için kurulmuş olan toplama kamplarını, birer modern konsantrasyon kamplarına çevirerek, baskın yaptığı köylerdeki kadın ve çocukların hepsini zorla konsantrasyon kamplarına yolladı. Bu kamplarda 1 sene içerisinde 20.000’den fazla Boer kadın ve çocuk hastalıklardan ve açlıktan, acı içerisinde kıvranarak öldü.

    Ve en sonunda 1902’de zalimce yürüttükleri savaşı kazanan İngilizler istediklerini aldılar. Boerler, 1902’deki Vereeniging Barışı’yla bağımsızlıklarını yitirdiler.

    Bu olayı çoğunuz ilk kez duyuyorsunuz değil mi?

    Peki, nedenini biliyor musunuz?

    Cevap; tarihin, toplama kamplarının mucidi olarak damgaladığı Adolf Hitler’in şu sözünde gizli:
    “Savaşta her zaman kaybeden taraf suçludur haklı olsa bile…”

    Kaynak: http://atakanbuyukdag.com.tr/toplama-kamplarini-adolf-hitler-mi-icat-etti-cevap-hayir/
    0 2
  • Bir Big Mac İçin Türk'ün 3 saat 52 dk Çalışması Gerekirken Finlandiyalının 16 dk Çalışması

    Bugün Milliyet'te gördüğüm bir haberdir. Financial Times'ın araştırmasına göre Türkiye'de asgari ücretli bir çalışanın Big Mac alabilmesi için 3 saat 52 dakika çalışması gerekirken bir asgari ücretli Finlandiya vatandaşının aynı Big Mac'i ülkesinde yemesi için 16 dk çalışması yeterli.
    Bu haberden çıkarılması gereken şudur. Dünya'da Big Mac Balance denilen birşey vardır yani Big Mac dengesi. Ülkelerin ekonomisi vatandaşlarının Big Mac alabilme kapasitesine göre ölçülür çünkü Mc Donald's fiyatlandırmayı ilgili ülkenin Satın alma gücü partiseine göre düzenlemektedir.
    Sonuç şudur ki bir Danimarkalının satın alma gücü, bir Türk'e göre yaklaşık 15 kat daha yüksektir.

    Şimdi o ekonomimiz süper, çok güçlü bir devletiz diyen arkadaşlara bir çift sözüm var. Biz 3 tarafı denizlerle çevrili, iklimi hem tarıma hem hayvancılığa elverişli, yer altı kaynakları olan (bor, volfran) olan bir ülkeyken Allah'ın Danimarka'sı Kuzey'e yakın elverişsiz bir iklimde bu seviyede bir ekonomiye sahip olabiliyor ve biz hala kendimizi iyiyiz diye uyutuyorsak milletçe geri zekalıyız.

    Ben sanayileşememeyi, tarımı göz ardı etmeyi, İsrail'den tek kullanımlık tohum almayı, domates kökü ithal etmeyi kendime yediremiyorum. Adam çölün ortasında bir tohumdan 8 kök çıkaracak tohumu geliştirirken ben maksimum bursada bir tohumdan 4 kök çıkartabiliyorsam, ülke ortalaması da 2 kök ise biz milletçe geri zekalıyız.

    Biz hala sanayileşemiyorsak, aselsan mühendislerimize bile sahip çıkamıyorsak, suikast soruşturmalarının üstünün örtülmesine izin veriyorsak, dünyanın ufak ama değerli ürün ithalatından para kazandığı bir dönemde biz hala ağır sanayi ihraç etmeye çalışıp, devletçe teknolojiye yatırım yapamıyorsak biz milletçe geri zekalıyız.

    Kusura bakmayın...
    0 3
  • My Lai Katliamı

    Bugün Amerika'nın ortadoğu'daki barış naralarını görünce sinirlenip kendimi yazmaktan alamadım.

    Tüm Dünya’da kendisini barışın sembolü olarak göstermeyi başaran, bıraksanız kendisine beyaz kanatlar takıp melek ilan edecek olan Amerika’nın, Vietnam’da yaptığı My Lai Katliamı’nı hatırlayanlarınız var mıdır?

    Hatırlamak pek mümkün değil tabi ki, ellerine aldıkları dünya medyası sayesinde ne bu katliamdan bahsedilir, ne de konu kendi yaptıklarına çekilir. Gündem hep aynıdır: “Amerika’nın işgal ettiği yer suçludur, suçlu olmasaydı Amerika oraya barışı, demokrasiyi götürmezdi”.

    Amerikan halkını bu olaylardan ayrı tutuyorum, vahşete boyun eğmeyen direnen nice insanlar vardı. Ki nitekim Vietnam’daki savaş da Amerikan vatandaşlarının bitmeyen ve daha da güçlenen protestoları sonunda sona erdirilmek zorunda kaldı. Problem savaş ekonomisi yönetip kendisini melek gibi gösteren insanlardaydı. Bu kadroya daha sonradan Irak’ı işgal edecek Buşt’un biri de dahil olacaktı.

    Gelelim My Lai Katliamına

    1954 yılında yüz yıllık egemenlikten sonra Fransa Vietnam’dan çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat Fransa iktidara jet hızıyla Ho Chi Minh önderliğindeki Vietnam Komünist Partisi gelecekti. Bunu bilen ABD, bu gelişimin sonucunun Soğuk Savaş’ın dengesini değiştireceğini ve emperyalizme büyük bir darbe vuracağını biliyordu ve Fransa’nın güneye, Ho Chi Minh önderliğindeki ordunun da kuzeye kaydırılmasını öngören bir anlaşma imzalattı. Bu anlaşma gereğince 1956’da genel seçim yapılacaktı ve bu 2 sene boyunca Fransa ülkenin güneyini yönetmeye devam edecekti. Seçimin galibi de tüm ülkenin iktidarı olacaktı.

    Tabi ki bu seçimler yapıldığında oyların çoğunu Ho Chi Minh alacaktı. Bunu adı gibi bilen ABD de genel seçimleri bekletmeden Vietnam Savaşı’nı başlattı. Kendileri henüz bir sömürge kaybetmeye hazır değillerdi. Öte yandan kalay, kurşun, kauçuk, pirinç gibi ürünler ve ucuz iş gücü de Vietnam’ın en büyük avantajlarından dı. Vietnam, ABD için kaybedilecek bir ülke değildi.

    Amerika kendi ülkesinde yaşayan bir Vietnamlı olan Ngo Ding Diem’i Vietnam’a getirildi ve onu ülkenin lideri olarak atandı. Güneyde gerçekleştirdiği yoğun bir politik, ekonomik ve askeri müdahaleyle Güney Vietnam’da yeni bir devlet yarattı. Bu devlet daha sonra bu devleti Kuzey Vietnam’a saldırtmaya başladı.

    Komünist parti de buna karşılık vererek Güney’de gerilla hareketleri (NFL) örgütledi. Savaş iyice kızışmaya başlamıştı. Amerika Güney Vietnam’ın NFL ile başa çıkamayacağını anlayınca 1963’te savaşa direk müdahale edip Amerikan askerlerini Vietnam’a yığdı. Öylesine vahşice savaştılar ki daha Vietnam’a gireli 6 ay olmuşken “Gök Gürlemesi” adını verdikleri harekatla Kuzey Vietnam’ı bombalamaya başladılar. Tek başına bu harekâtta, Vietnam’a, İkinci Dünya Savaşı sırasında atılan tüm bombalardan daha fazla bomba atıldı. Irak’a kimyasal silah var diye giren Amerika, Vietnam’da kimyasal silah kullanmaktan çekinmiyecekti, hatta bu kimyasal silahlar daha sonra ülkenin bitki örtüsünün %10’unu kullanılamaz hale getirecekti. Napalm bombasında etkilenen çocuklar çaresice çırıl çıplak yollarda koşacaklardı, içten içe yanacaklardı.

    1963’te 23 bin olan Amerikan askerinin sayısı 1969’da 542.000’e ulaştı. Hala Vietnam’a boyun eğdiremiyorlardı. Halk artık boyun eğmekten bıkmıştı, herkes savaşıyordu.

    16 Mart 1968’de de Amerikalılar My Lai Katliamını gerçekleştirdiler.

    Bu katliamın özelliği, Amerika’nın 500’e yakın SİLAHSIZ sivili, katletmesidir. Yani açıkça savaş suçu işlemesidir.

    Adam Silverman ve Kristin Hill, “My Lai Katliamı: Bir Amerikan Trajedisi” adlı eserde My Lai Katliamını şöyle anlatmışlardır: “Amerikan askerleri, sığırlar, tavuklar, kuşlar ve daha da kötüsü siviller dahil olmak üzere hareket eden her şeye ateş ediyorlardı. Köylüler herhangi bir direniş göstermiyordu; fakat askerler kulübelere el bombası atmaya, emirler yağdırmaya ve herhangi bir ayrım gözetmeksizin öldürmeye devam ediyorlardı. Vahşet sabah boyunca devam etti. Bebekler öldürüldü, çocuklar vuruldu ve kadınlar vurulma tehdidi altında tecavüze uğradılar. Çok geçmeden 500 sivil ölmüş halde yerde yatıyordu. Fakat işleri bitmemişti… bundan sonra sıra köyün yakılmasındaydı. Cesetler, evler, erzaklar, yiyecekler; her şey yakılıyordu.”

    Amerikan halkı artık direnişi iyice arttırmışlardı. Ülkenin her yerinde protestolar düzenleniyordu. 2,5 milyon Amerikan askeri Vietnam’a gönderilmişti. Ölen onların çocuklarıydı, savaşa aktarılan para onların ödediği vergilerdi. İnsanlar kendi paralarıyla hem kendi çocuklarının hem de suçsuz Vietnamlıların katledilmesini istemiyordu. 24 Nisan 1971’de Amerika’da belki de ABD tarihinin en büyük politik gösterilerinden birisi gerçekleşmişti.. San Francisco’da 300 bin, Washington’da ise 500 – 750 bin arasında insan gösterilere katıldı.

    Gösteriler, iş bırakma, vergi ödememe, askere gitmeme gibi boyutlara ulaşınca 1975 yılında, 20 yıllık bir savaş sona erdi. Ve en sonunda emperyalizm Vietnam’dan atıldı. Vietnam’ı bölemediler. Buna karşı çıkan ise hem Amerika hem de Vietnam halklarıydı…

    Savaşta 2 milyon Vietnamlı sivil, 50 bin ise Amerikan askeri öldü. Kızılderililere soykırım uygulayan, Avrupa ile birlikte Afrika’yı köleleştiren, Vietnam’da bir medeniyeti katleden, kimyasal silahlar kullanan, sivilleri birer tavuk gibi vuran Amerika, bugün Ortadoğu’da da aynı politikayı güderken, her yerde barış görüşmeleri yapıyorsa bu tarihin tekerrür etmesinden başka bir şey değildir.

    Fakat bu sefer Amerika daha temkinkli. Amerika, Vietnam'daki sonucu tekrar yaşamamak için, Ortadoğu kıyımında halkın desteğine ihtiyaç duydu. Ve halkın Ortadoğu'daki yıkımı desteklemesi için İslami terör olgusunu yarattı. İkiz kulelerle başlayan İslami terör olgusu IŞİD gibi terör örgütleriyle daha da arttı. Özellikle Avrupa'da yaşanan patlamalar tüm dünya halklarının İslami terörü bir tehdit olarak algılamasını sağladı. Artık Ortadoğu'daki yıkımı "İslami teröre darbe vurmak" olarak algılayan büyük bir kesim var.

    Halkın desteğini de arkasına alan beyaz kanatlı melek Amerika, Ortadoğu'daki petrollerle veya büyük ortadoğu projesi gereğince böl-yönet stratejisiyle ilgilenmiyor, halkının refahı uğruna Ortadoğu'daki islami terörü bitiriyor. Helal olsun o Amerika'ya! Hızır gibi yetişti...

    Atakan BÜYÜKDAĞ

    Kaynak: http://atakanbuyukdag.com.tr/vietnam-savasi-my-lai-katliami/
    0 4
  • Franz Von Papen

    Dostlarım Merhabalar;

    Bugün Türkçe kaynaklarda Franz Von Papen hakkında ne bilgi var diye bir araştırmak istedim ve Google amcaya sordum Von Papen'i. Karşıma tabi ki Vikipedia çıktı. Ben de bir bakayım dedim. Gördüklerimden hemen sonra da bu başlığı açmaya karar verdim. Bilgiyi yazan vatandaşların Papen'i tanımadıkları hatta ne yaptığı hakkında fikirleri bile olmadığını anladım ve size Papen'den biraz bahsetmek istedim.

    Franz Von Papen, 29 Ekim 1879'da Almanya'da doğmuş soylu bir aileden gelen Alman vatandaşıdır. Çocukluğuna vs. değinmeyeceğim, Alman ordusunda çeşitli faaliyetlerde bulunduktan sonra 1913 yılında Amerika Birleşik Devletleri'deki Almanya konsolosluğuna askeri ateşe olarak gönderilince diplomatik hayatına başlamıştır. Burada Amerika, Meksika ilişkilerini izlemiş ve 1 yıl sonra 1. Dünya savaşı patlak verince de ilk başlarda tarafsız olan Amerika'nın dünya savaşına hangi safta katılacağını analiz etme ve Almanya'ya raporlama fırsatı olmuştur. Özellikle raporlarında Amerika'nın olağanüstü bir silah üretim kapasite olduğunu ve İtilaf Devletlerinin şimdiden büyük Amerikan silah üretim fabrikalarını kapattığını belirtmiş ve Amerika'yı yanına alanın savaşı kesinlikle kazanacağını da ifade etmiştir. Hatta burada bazı başarılara da imza atmış, atölyelere silah imal ettirerek, bir nevi yeraltı yapılanması yaratmıştır fakat bu da çok uzun sürememiştir. İtilaf devletlerinin Amerika'ya baskısı ve sabotaj iddiaları üzerine Papen de Almanya'ya dönmek zorunda kalmıştır. Ki aslına bakılırsa Amerika'nın İtilaf devletine yaptığı yardımları engellemek adına 2 adet de sabotaj girişiminde bulunmuştur fakat bunlar başarılı girişimler olmamıştır.
    Papen Almanya'ya gönderildikten sonra gerekli raporları iletmiş ve ardından Almanya tarafından Filistin Cephesi'ne Osmanlı ile birlikte savaşmaya gönderilmiştir. Burada bir birlik yöneten Papen, oldukça başarılı olmuş ve Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak gibi isimlerle beraber savaşmıştır. Almanya'ya döndükten sonra da siyasete atılmıştır.

    Merkez Parti'ye girmiş ve 1921'de 1932'ye kadar da Prusya parlamentosunun üyeliğini yapmıştır.
    Gelelim Versay sonrasına. Versay antlaşmasının ardından Almanya ödeyemeyeceği bir borcun altına sokulmuştu. Fransa ise açgözlü bir canavar gibi Almanya'nın savaş tazminatları diyor başka bir şey demiyordu. O dönemler Almanya'nın başında olan Şansölye Brüning Batılı devletlerle görüşmeler yapmak istemiş iyileştirmelere girmiş fakat ne halkın desteğini alabilmiş ne de itilaf devletlerine istediklerini yaptırabilmişti.
    Bunun üzerine Brüning istifaya zorlanmış ve dönemin Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg, Ordunun başındaki isim General Kurt von Schleicher'i Papen'i Şansölyeliğe ikna etmesi için Papen ile konuşmaya göndermiştir. Schleicher de Papen'i Şansölyeliğe ikna edince Papen de istemeye istemeye de olsa Almanya'nın bu en kötü zamanlarında Şansölyeliği kabul etmiştir.

    Şansölye olur olmaz Lozan Konferansına katılan Papen, Almanya'nın Versay'dan doğan borçlarını 5 Milyar Marka kadar indirebilmiş fakat o çok istediği Fransız Alman ilişkilerini bir türlü iyileştirememiştir. Çünkü Papen, İtilaf devletlerinen Almanya için silahlanma ve ekonomik eşitlik isterken, Fransa, Almanya ile dost olmak yerine İngiltere'nin yanında durmayı tercih etmiş ve Para Para Para demiştir. Öte yandan o dönemde Fransa'nın başına yeni geçen Herriot hükümetinin de kendini kanıtlama isteğinden dolayı Lozan'da Almanların lehine bir karar vermek istememesi de etkendir.

    Hal böyle olunca Papen Almanya'ya halkın istediğini kazandıramamış ve tek kurtuluş olarak Naziler görülmeye başlanmıştır. Papen de Almanya'nın kurtuluşunun ancak ve ancak meclis birliği ile oluşacağını ve bu nedenle de çoğunluğu sağlaması gerektiğini anlayınca Hitler ile sık sık görüşmelere başlamış ve Hitler'i yanına çekmeye çalışmıştır. Fakat Hitler, asla tam güç kendisinde olmadığı sürece buna yanaşmamıştır.

    Hatta Papen'e "Sen geçici bir çözümsün, sen gideceksin ve ben geleceğim" demiştir.

    Hitler'in paramiliter gruplar üzerindeki etkisi artınca ve halk ayaklanmaya başlayınca Cumhurbaşkanı da tedirgin olmaya başlamıştır. Çünkü Versay'dan doğan askeri kısıtlamalar nedeniyle ülkenin ordusunun olası bir darbeyi veya grevleri engelleyecek gücü yoktur. Bunu göze alamayan Hindenburg da Papen'e "Ülkenin Nazi başkaldırışını kaldıracak bir gücü yok mecburen Hitler'e istediğini vereceğiz" demiş ama şunu da eklemiştir "Hitler'in asıl amacını anlamamız için seni Hitler'in yardımcısı yani Şansölye yardımcısı yapacağız" demiştir ve Papen de Hindeburg'u kırmamıştır.
    30 Ocak 1933'te Hitler kabinesi kurulmuş ve Papen de Şansölye yardımcısı olmuştur. Ta ki Uzun bıçaklar gecesine kadar sonra zaten Hitler'in asıl amacını anlayıp kabineden istifa etmiştir.

    Bugün Papen, Hitler'i başa getiren adam olarak bilinir. Ama bu külliyen yanlıştır.
    Hitler'i başa getirenler
    1) Birbirinden bağımsız paramiliter grupların Nazilere verdiği destek
    2) Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik buhran
    3) Komünistlerin oluşturduğu aşırıcılık tehditini ancak ve ancak Hitler'in çözebileceğinin öngörülmesi
    4) Hitler'in Almanya'da birşeylerin ters gittiğini halka kabullendirmesidir.

    Papen, Hitler'i devrim yapmaması için kısıtlı sorumluluklarla ödüllendirmeye ve onu kontrol altında tutmaya çalışmış ama başaramamıştır. Bu nedenle Papen'i Hitler'i başa getiren adam olarak adlandırmak çok yanlıştır.
    0 4
  • Bab-ı Ali Baskını

    *_* arkadaşlar metin tekrardan sakin bir şekilde yazıldı, derlendi... eski yazıya göre bayağı bir gelişti kesinlikle okuduysanız tekrar okumanızı, okumadıysanız okumanızı tavsiye ediyorum *_*

    merhabalar tekrardan bu 3. yazım olacak. hayırlara vesile olur inşallah :)

    arkadaşlar bab-ı ali baskını enver paşa'nın hükümete yaptığı darbedir. şimdi ne ola ki bu? diyeceksiniz. normaldir. bab-ı ali denen yer hükümet binası gibi bir şey. yani ikinci meşrutiyetin ilanından sonra başa geçen parti, hükümetini oluşturup, ülkeyi bab-ı ali denen binadan (köşkten) yönetirdi.

    şimdi ülkede darbe yapılma noktasına nasıl gelindi ondan bahsedeyim. ittihadçıların baskısı ile II.abdülhamit'e ikinci meşrutiyeti ilan ettirerek hükümeti devralmak istemiş ve başarılı olmuşlardır. ikinci meşrutiyet ilan edildikten sonra İttihad ve Terakki Fırkasının karşısına çok güçsüz bir fırka olan Ahrar fırkası çıkmış ve ittihadçılar ezici bir galibiyet ile hükümeti devralmışlardır. ve ikinci meşrutiyet ilan edildikten sonra osmanlıda padişah sadece bir sembol olarak kalmıştır. ve sonraki seçimlere gelindiğinde 1912 yılında ittihadçılar kendilerine muhalif olarak kurulan hürriyet ve itilaf fırkasına ara seçimlerde kaybetmiş ardından hazmedeyen ittihadçılar sonraki seçimleri erken tarihe alarak hileyle seçimleri kazanmıştır. bunun üzerine hürriyet ve itilaf fırkasına yandaş olan halaskar zabitan dağa çıkmış ve yaptığı eylemlerle ittihadçıların hükümetini devirmiştir. ardından sadrazam ahmet muhtar paşa tarafından yeniden hükümet kurulmuş ve halaskar zabitan bu hükümeti de devirmiştir. bunun üzerine dönemin padişahı V.mehmed tarafından verilen görev ile kamil paşa hükümet kurmuştur. bu yaşananların üzerine ittihadçıların iktidara gelmek istediklerinden o zamanlarda balkan savaşlarındaki başarısızlık yüzünden bulgarlarla masaya oturacak olan kamil paşa için ittihadçılar ''kamil paşa edirneyi bulgarlara verecek'' diyerek halkı kışkırtmış ve ardından bab-ı ali baskınını gerçekleşmiştir.

    ve ayrıca ittihadçılar çok uzun zamandır ülkenin yanlış yolda olduğunu savunmuş ve ıı.abdülhamiti sürekli eleştirmişlerdir. ve bu eleştiren ilerdeki darbeyi gerçekleştirecek olan ittihadçılardır. ve ittihadçılara, jön türkler dediğimiz insan toplulukta katılır ve cemiyet büyür... ittihadçılar başından beri ihtilal aşkı ile yanıp tutuşuyordu. başka yolu olmadığına inanıyorlardı ve haklıydılar bir bakıma. çünkü demokrasi yoktu :d tabi bu duyumlarıda alan ıı.abdülhamit sadece kendisine hizmet edecek bir gizli servisin gerekli olduğunu düşünüp, üyelerine jurnalci denen bir gizli servis kurar. tabi ittihadçıların haberi yoktur bundan. bu sebeptende açık seçik yerlerde memleket meselesi konuşup ve ittihadçı gibi konuşunca jurnalciler tarafından mimleniyor ertesi gün hapse giriyorsun. ittihadçılar bir değil iki değil üç değil dört değil beş değil bilemem kaç şimdi ama bir süre sonra anlıyorlar araştırıp bunun doğru olduğunu ve jurnalcilere dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorlar. daha sonrasında sokaklarda o korkudan kimse memleket meseleleri hakkında konuşamıyormuş çünkü her dükkanda her köşe başında her yerde jurnalciler varmış ve ayırt edilemiyorlarmış... bundan dolayı ittihadçılar toplantılarını artık kapalı ve gizli yerlerde yapmaya başlarlar ve bir süre sonra aralarından dergi basma fikri çıkar ıı.abdülhamiti eleştiren. herkes kabul eder fakat burada yani osmanlı devletinde basamayacaklarını bilirler bu yüzden kaçabilen herkes ilk olarak cenevre'ye ardından kaçabiliyorlarsa paris'e kaçarlar bu iki şehirde cemiyet şubeleri kurulup dergiler basılmaya ve osmanlıda satılmaya başlar fakat uzun bir süre sonra anlarlar ki bu böyle olacak bir iş değil, tek yolu ihtilal olarak düşünürler... buradan anlayacağımız gibi aslında bu ihtilallerin başlangıcı hadi devleti devirelim diye başlamaz uzun uğraşların sonunda tek çıkar yolun ihtilal olmasının anlaşılması ile başlamıştır...

    şimdi bab-ı ali baskını gününü bir bir anlatacam. aslında anlatacam derken yalan yok biraz kopyala-yapıştır olacak çünkü bizzat yaşamadım orayı bilemem o yüzden vikipediden geçiriyorum...*vikipedi* 23 Ocak 1913 günü saat 14:30'da Sapancalı Hakkı, Menzil Müfettişliği'nde bekleyen İttihat ve Terakki'nin üst yöneticilerinden Binbaşı Enver Bey'e gelerek baskın için her şeyin hazır olduğunu bildirdi. Enver Bey bu haberi aldıktan sonra kendisi için bekleyen beyaz ata binerek Nuruosmaniye'den Bâb-ı Âli'ye doğru yanlarında İzmitli Mümtaz ve Filibeli Hilmi ile yol almaya başladı.[25] Bu arada Talat Bey de bir grup İttihatçıyla beraber Bâb-ı Âli'ye gidiyordu. Enver Bey, Nafıa Nezareti binasının önüne geldiğinde Ömer Naci ve Ömer Seyfettin tarafından Edirne'nin Bulgarlara terkedileceği bahanesiyle halk Kâmil Paşa Hükûmeti'ne karşı kışkırtılmaya başlanmıştır. Ömer Naci ve Ömer Seyfettin'in konuşmaları etkisini göstermiş, Bâb-ı Âli'nin önü kısa sürede hükûmet aleyhine sloganlar atan kalabalıkla dolmuştu. Ayrıca Bâb-ı Âli binası civarındaki önemli noktalara altmış kadar İttihatçı yerleştirilmişti.

    Enver Bey yanındaki Yakub Cemil, İzmitli Mümtaz, Mithat Şükrü Bey, Talat Bey, Mustafa Necip, Filibeli Hilmi ve Sapancalı Hakkı ile beraber Bâb-ı Âli'ye girmiş, gürültüleri duyan Sadaret Yaveri Ohrili Nâfiz Bey darbecilere ateş açmış fakat hiçbirinde isabet bulamamıştır. Yaralanan Nâfiz Bey yaver odasına sığınmış, kendisinin ardından odaya giren Mustafa Necip'i ise tek kurşunla öldürmüş fakat kendisi de Mustafa Necip'in silahından çıkan kurşunlarla ölmüştür. Celâl Bayar'ın anılarına göre duyduğu silah sesleri üzerine odasından çıkan Nâzım Paşa, Enver Bey ve yanındakileri "Ne oluyor! Aklınızca Sadaret'i mi basmaya geldiniz? Haddinizi biliniz..." sözleriyle uyarmış, Enver Bey ise Nâzım Paşa'yı askerî usulde selamlayarak niyetini anlatmaya başlamıştı. Bu sırada Yakub Cemil, paşanın arkasından yaklaşarak sağ şakağına doğru ateş etmiş ve Nâzım Paşa'yı öldürmüştü. Enver Bey, Yakub Cemil'e hiddetle çıkışmış fakat "Bu adamlara başka türlü laf anlatılmaz..." cevabını almıştı. Ali Fuat Türkgeldi'ye göre ise Nâzım Paşa odasından çıktığında Enver Bey ve beraberindekilere "Pezevenkler! Siz beni aldattınız. Bana verdiğiniz söz böyle miydi?" diye çıkışmış ve bu sırada vurulmuştur. Daha sonraları Talat Bey de Nâzım Paşa'yı kastederek "Biz ona sadaret teklif ettik." demiştir.


    Baskının duyulmasının ardından bab-ı alinin önünde oluşan kalabalık.

    Olayın ardından Enver Bey ve Talay Bey, Kâmil Paşa'nın odasına girerek silah zoru ile istifasını yazdırmış; Enver Bey yola çıkarak istifa mektubunu saraya bizzat götürmüştü.*vikipedi bitiş*

    yaşananların ardından mahmud şevket paşa sadrazamlığa getirelerek yeni ittihad ve terakki hükümeti kurulmuştur. mahmud şevket paşa muhaliflerine karşı ılımlı bir tutum sergilemiş fakat bu haziranda suikaste uğramasına kadar olmuştur. mahmud şevket paşanın ardından enver bey, talat bey ve cemal bey ile roma krallığında gerektiği vakit uygulanan yönetim şekline geçilmiştir. ve mahmud şevket paşa muhaliflerine karşı ılımlı bir tutum sergilemesine rağmen suikaste uğradığı için üçlü yönetim muhaliflerine karşı çok sert davranmıştır.

    sonrasında şu bulgar meselesine gelelim... yukarıda bahsettim gibi ittihadçılar darbe için halktan destek almaları gerektiği için onları kandırdı bir nevi ve dediler ki ''kamil paşa ve kabinesi edirneyi bulgarlara verecek''. fakat baktığımız zaman ittihadçılar iktidara geçince üçlü yönetimin kararına bağlı olarak ordu ya bulgarlarla savaşıp edirneyi savunacaktı veya geri çekilip edirneyi verecekti. üçlü yönetim savaşma kararı aldı gerektiği gibi fakat başarılı olamadı ve edirneyi bulgarlara vererek çok ağır koşullarla barış anlaşması imzaladı.

    buda orta büyüklükte bir detay: şimdi diyeceksiniz neden enver paşa veya talat paşa(bey) en başında, başa yani sadrazamlığa geçmedi. bunun çift bakış açısı var arkadaşlar. aslında iki bakış açısını birleştirip tek bakış açısı üzerinden de yürüyebiliriz. hatta üç bakış açısınıda inceleyelim...arkadaşlar şimdi enver paşa ve talat paşa aslında asker adamlardır yani devrimci, ihtilalciydiler...onlar makam peşinde değildi. bu birinci bakış açısına göre böyle. ikinci bakış açısına göre onlar o riski göze almadılar sonucunun kötü olabileceğini düşünüp bundan dolayı kukla koydular...şimdide üçüncü bakış açısı yani ikisinin birleştiği bakış açısı da şu şekilde; enver paşa ve talat paşa bir makama geçmek istemediler hem şahsi istemedikleri hemde ittihad ve terakki fırkasını daha iyi yönetebilmek için ve o makama sadece onların dediklerini yapacak bir adam koyarak boşa vakit kaybetmediler ve aynı zamanda elleri hala yasadışı işler için silah tutabilecekti...bakış açıları böyle arkadaşlar :) ve anlıyoruz ki arkadaşlar burdan enver bey ve talat bey gerekmediği sürece siyasi makama geçmek istemiyorlar. fakat tamamen sizin değerlendirmenize kalmış hangi bakış açısından bakacağınız... :)

    *_* arkadaşlar metin tekrardan sakin bir şekilde yazıldı, derlendi... eski yazıya göre bayağı bir gelişti kesinlikle okuduysanız tekrar okumanızı, okumadıysanız okumanızı tavsiye ediyorum *_*

    ve bilgilerin bir kısmı vikipedi hali hazırda bulunmakta fakat tamamen değil. yarısı kendi başka kaynaklardan derlediğim bilgiler yarısı vikipedide bulunan...
    0 2
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.