Mohikan
Tarih aşkı
En Beğenilen Yazar Sırası
:
32
Toplam Başlık Sayısı
:
4
Toplam Puanı
:
30
Toplam Giri Sayısı
:
10
Bu Ayki Puanı
:
1
En Aktif Yazar Sırası
:
32
  • Deep Web (gizemli site)

    DeepWeb, Türkçe anlamı ile Derin ağ veya derin internet, internetin çıktığı ilk tarihlerden itibaren arama motorlarının indeksleyemediği verilerin bulunduğu bilgileri içeren binlerce linkten oluşan bir sistemdir. Arama linki verilmeyen veya arama motorları tarafından bulunamayan bütün siteler Deep Web'e dahildir

    İnternet siteleri çeşitli nedenlerden görüntülenmemek isteyebilir. Örneğin; kütüphane arşivleri, kamu ve özel şirket bilgileri gibi genellikle herkes tarafından görülmesi istenmeyen veya indekslenmeleri zor olan içerik taşıdıkları için arama motorlarında görüntülenmek istemezler. Bunların dışında flash siteler, ajaxlı siteler(jQuery ile çalışan), şifre ile girilen siteler, ftp siteler de arama motorları tarafından okunmaları zor olduğu için deep webe dahildir. Güvenlik açıkları oluşmaması için forumlardaki ve sitelerdeki, sistem ve admin klasörleri de otomatik olarak arama sonuçlarında gösterilmez. Deep Web'e ayrıca farklı arama motorları kullanarak da ulaşmak mümkündür.

    California Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre 2001 yılında 7,5 petabayt büyüklüğünde bir verinin deepwebte olduğu tahmin ediliyordu. Başka bir araştırmaya göre ise 2004 yılında deep web'te 300,000 web sitesi faaliyet gösteriyordu ve Shestakov'e göre, 2006 yılında bunun 14,000'i sadece deep web'in Rusça olan kısmındaydı.
    Dark Web Deepweb'in içinde yasadışı içerik paylaşan İnternet sitelerinin tamamı dark web olarak adlandırılır. Yaygın olarak darkweb tanımı deep webin yerine de kullanılır.

    DarkWeb linklerinde çok sayıda yanlış veya doğru illegal veriler bulabilirsiniz. DarkWeb'de bilgi/video/resim indirmek bazen yasadışıdır çünkü bu linklerde devlet sırları, önemli insanların özel bilgileri, +18 müstehcen içerik, çocuk cinsel tacizleri, uyuşturucu satıcılığı, yasal olmayan yollardan silah satışı, kumar ve sayamadığımız birçok yasal olmayan içerikler bulunmaktadır.
    0 0
  • Almanya 2. Dünya savaşını kazansaydı ne olurdu

    Ozamanlardaki alman gücü degil Türkiyeyi asyayı ve afrikayi bile baştan aşağı yıkabilecek bir güce ve teknolojiye sahipti almanya yazıdada göründüğü gibi dünyanın çoguna egemen olsaydı Türkiyeyi ya yok ederdi yada en iyi müttefiği olurdu çünkü adolf hitler "Dünyada Tek bir Türk bile kalsa devlet kurup intikamını alır" lafını kendi söylemiştir. Öte yandan japonyayla anlaşp tüm asya ve Türkyedeki Türler dahl çift taraflı saldrı yapablr. Çünkü 2. Dünya savaşnda bile almanyanın rusyadan kafkas petrollerine afrkadan suriyeye dogru ilerleyip ekstra proje olarak Türkiyeyde kıskaca alacagnı söyleyen Tarihçiler vardır Tüm bunlar Adolf hitlerin ne yapacagı belli degil anlamıyla çakışır @salary
    0 0
  • Almanya 2. Dünya savaşını kazansaydı ne olurdu

    Evet son derece yazıya güzel bir özet olmuş teşekkür ederim paylaştığın için @dragoa4545
    0 0
  • Almanya 2. Dünya savaşını kazansaydı ne olurdu

    Teşekkür ederim bilginiz için @lenny
    0 0
  • Almanya 2. Dünya savaşını kazansaydı ne olurdu

    Tabikide böyle bişe olmasını isteyenlerde vardı yararıda olurdu fakat zararı engellenemezdi @Jakabo
    0 0
  • Almanya 2. Dünya savaşını kazansaydı ne olurdu

    -Hadi gelin beyin jimnastigi yapalım ve bu sorunlu adamın savaşı kazandığını varsayalım. senaryomuz soyle olsun, 1941'de sovyetler teslim olsun, bunu gören ingiltere sinsin, abd japonya ile ugraşırken, rahatlamış almanya 1944'te atom bombasını yapsın. amerika'da birkaç şehri denizaltılardan fırlatılan v-2ler ile yok etsinler ve abd'de teslim olsun.

    dünya nazi olsun..

    neler olurdu neler.

    1- japonya'nın imparatorluk olarak var olacagını sanmıyorum. gerci hitler genel kisilik yapisi itibari ile antlasmalarına, eski ittifaklarına önem veren, satmayan vefalı bir adam -evet şaşırtıcı bir gercek- ama japonya'nın fazla gelismesine izin verilmezdi. muhtemelen führer öldükten sonra havadan sudan bir nedenle savaş cıkartılır, japonyda da sisteme üye olarak dahil edilirdi.

    2- italya her zaman hakim sistemin yalakası olduğundan alman uydusu haline gelirdi. mussolini öldükten sonra, norveçteki adam gibi birisini başa getirirlerdi.

    3- avrupa'nın bütünlüğü sağlanmış olurdu. avrupa dünyanın merkezi ve süper gücü olurdu. berlin'de yıkılıp yeniden dev bir şehir olarak inşa edilirdi.

    führer'in savaştan sonra 10 yıl yaşadığını var sayıyoruz tabi. mide ülserli, parkinson hastası bir ihtimalde sifiliz olan bir adam için uzun zaman ama yaşasın, senaryo bizim senaryomuz.

    4- sermayenin yahudilerden, yönetimin ise ingilizlerden geldigi ingiliz-yahudi imparatorluğu sonlanırdı. ingilizler yonetici sinifindan, teba sınıfına düşerdi. yahudi sermayesine el konurdu. gerci ingilizler pek sorun yaşamazdı. beyaz ırk kabul edildiklerinden yerleri almanlara çok yakın olurdu. hatta yine ingiliz coolluklarını yaparlardı.

    5- ingilizce dünyanın dili filan olmazdı. hersey ve heryer almanca olurdu. ilkokulda önce almanca öğretilirdi. führer'in sevdiği alman yazarlar ezberletilirdi. muhtemelen yanına sherlock holmes eklenirdi. üniversitelerde schopenhauer kürsüsü olurdu.

    6- teknolojik gelişme şimdinin en az 100 yıl ötesinde olurdu. ay çoktan kolonize edilmişti ve muhtemelen garip nazi deneyleri ile içine sıcılmıstı. elde edilen tecrübe ile mars daha aklı başında bir yolla kolonize edilmişti. hatta üstün alman teknolojisi marsın yer altındaki buzlarını cozup, atmosfer yaratıp, yeni bir yasanabilir gezegenin yolunu acmıstı. günes sisteminin diger gezegenlerine de imkan olcusunde el atılmıstı.

    muhtemelen, dünyadaki hayatın koklerini arastırmak icin yıldızlara seferde düzenlenmiştir.

    7- bilgisayar teknolojileri ne düzeyde olurdu bilmiyorum. belki quantum cagı baslamıs olurdu. ama hersey acayip derecede kontrol altında olurdu. bireysellik ve liberalizm sistemin ana hatlarından cıkartılmıstı. hersey devletin olmustu ve devlet herseydi.

    muhtemelen insanlar simdikinden daha basit ve sınırlı bir eglence dunyasına sahip olurdu. bireysellik olurdu ama hep kontrol altında olurdu.

    8- sakatlar yok edilirdi. kafadan sakatları direkt imha merkezlerine gonderirlerdi. yaslılar'ın yoksul ve gariban olanları bile yok edilebilirdi.

    9- zenciler en alt tabaka sayılırdı. kole gibi islerde calıstırılırlardı. nazi bilim adamları genleri uzerinde deneyler yapar ve ondan elde ettikleri bilgileri beyaz adama aktarmaya calısırlardı. bu islerde de suclular kullanılırdı. (ozellikle siyahi kardeslerin çük boyutunu almanlara aktarmaya çalışırlardı. belki bir hata olurdu ve cükler siyah olurdu. bembeyaz bir vücutta kocaman siyah bir cük. direkt imha merkezine)

    10- yahudi soykırımı dururdu. zengin yahudilere para karsılıgında af cikardi, elmasları, servetleri alınır, toplumda dusuk bir tabakada yasamaya mecbur edilirlerdi. yoksulları zaten yok ederlerdi. arada kalanlar, arjantin gibi uzak ülkelere kacar, kimlik değiştirerek gizli gizli yaşarlardı.

    11- eger hitler gazı iktiradarda suruyorsa, savastan 10 yıl sonra fuhrer'in yasadıgını varsaydık, en az 10 yıl, insanlık teknolojik bir patlama yapardi. alman mühendisliği iyice cosardı. dunyayı ele gecirdikten sonra yapacak pek bir isi kalmayan hitler tüm sınırları zorlatırdı. sürekli fantastik projeler, yeni denemeler, araclar gelistirilirdi. mesela tüm dünya tren agı ile orulmustu. 10 seritli kmlerce duz otoban yapılmıstı.

    (bu isler icin is gucunu nerden buluyorlardı diye sormaya gerek yok herhalde. zenciler, fakir yahudiler, eski komünistler, bizim gibi kara kuru insanlar bu işler icin bicilmis kaftandık.)

    12- cevreye saygı patoloji duzeyinde olurdu. gizli denemeler icin uzak kıtalar adalar kullanılırdı. hatta sonra aya tasırlardı. muhtemelen cevreye zarar verdigi icin fosil yakıtları iptal edilirdi. hidrojen yakıt hücresi teknolojisi en az 30 yıldır kullanılıyor olurdu ve almanlar daha iyisini bulmaya kasıyordu.

    13- bu patlamalar olurdu, cunku kapitalist sistemin rekabetci ve yavaslatıcı unsurları elemine edilebilirdi. mesela nokia 2 yılda 10 model cikartiyorsa, bir seferde en iyi model cıkarttırılırdı. zaten 100 tane ozel elektronik firmasi olmazdı. tüm elektronik firmaları almanlara ait olurdu. belki uzaktan japonları da ortak ederlerdi.

    14- hitler sonrasında buyuk iktidar kavgası yasanabilirdi. himmler, goring, hep birbirine girerdi. belki aradan -yasadıgını var sayalım- anne tarafından yahudi olan reinhard heydrich cikar, führer'in veliahtı olarak reich'ın baskanı olurdu. hırslı ve entelektüel bir adam olan, aynı zamanda hitler'den, himmler'den acımasız olan heydrich basa gecseydi, nazilik daha da cosardı. hitler'in teknolojik patlaması artarak surerdi. lakin her medeniyet kuruldugu andan itibaren icten ice curumeye baslayacagından, reich'ta roma gibi cürümeye baslamıs olurdu. (hamurda pek parlak degil.)

    15- az daha unutuyordum. rudolf hess anavatana donerdi. muhtemelen führer'in eski kankası olduğundan affedilirdi ama iyice dıslanırdı. hatta akıl hastanesine bile kapatabilirlerdi. (hitler'in tepkisine gore, belki affeder mal mülk verir rahat yasattırırdı.)

    16- hermann goring dunyanın en büyük sanat kolleksiyonuna sahip olurdu. berlin müzesinin adı "herman goring sanat muzesi" olurdu. ayrıca almanya'da birçok müzenin adı "herman goring" olurdu. müzelerdekinin on katı eser, goring'in malikanelerinde, özel kolleksiyonunda yer alırdı.

    17- yine unutuyordum. beyaz ırka mensup olan herkes cocuklarını ss teskilatına katmak isterdi. ss teskilatı dunyanın en forslu askeri orgutu olurdu. muhtemelen tum diger orduları denetlerdi. beyaz turklerde, tipleri beyaz olanlar, torpille cocuklarını ss teskilatına katmak isterdi. zaten her ulke bir kardes ss teskilati kurardı.

    tüm bunların bir kismi parlak seyler gibi gorunuyor ama en kotusu bizim gibi beyaz ırka mensup olmayan kara kuru insanlara olurdu. direkt ikinci sınıf vatandas olurduk. belli bir noktayı geçirtmezlerdi. ayrıca bireysel ozgurluklerin kısıtlanması sinir bozucu duzeyde olurdu. insanların teknik, mühendislik yonlerden çok buyuk basarılara imza attıgı lakin hayal guclerini, çeşitliliklerini yitirdikleri sıkıcı, tek düze bir düzen olurdu
    0 0
  • Tarihte Yaşanmış İlginç Olaylar

    1-) ARİZONALI BİR ADAM KELEPÇELERLE OYNARKEN KENDİNİ KELEPÇELEDİ VE ANAHTARI BULAMADI. KENDİSİNİ KURTARMAK İÇİN ÇİLİNGİR ÇAĞIRMAK YERİNE POLİSİ ARAYINCA BAŞI BELAYA GİRDİ. ONU KELEPÇEDEN KURTARAN POLİSLER, ÖDENMEMİŞ BİR KEFALET BORCU BULUNDUĞUNU BELİRLEYİNCE ONU YENİDEN KELEPÇELEDİLER.

    2-) AMERİKALI GİLLETTE ŞİRKETİ 1902 YILINDA GÜVENLİ JİLET SATMAYA BAŞLADIĞINDA YÜZLERCE ERKEK SATIN ALDI. SONRA DA BU JİLETLERİN SAKALLARINI KESMEDİĞİNİ SÖYLEYEREK ONLARI ÇÖPE ATTILAR. GİLLETTE YETKİLİLERİ, MUTSUZ MÜŞTERİLERİN TIRAŞ OLMADAN ÖNCE JİLETİN SARILDIĞI KAĞIDI ÇIKARMADIKLARINI FARK ETTİLER.

    3-) CHEVROLET, YENİ MODEL ARABASI İÇİN "NOVA" İSMİNİ BULDU AMA SONRA ARABAYI LATİN AMERİKA'DA SATAMAYACAKLARI ANLAŞILDI. ÇÜNKÜ "NOVA", İSPANYOLCA'DA "GİTMEZ" ANLAMINA GELİYORDU.

    4-) 1932 YILINDA LOS ANGELES OLİMPİYATLARINDA FRANSIZ ATLET JULES NOEL'İN DİSK ATMADA KIRDIĞI OLİMPİYAT REKORU SAYILMADI. ÇÜNKÜ ATIŞI İZLEMESİ GEREKEN BÜTÜN HAKEMLER, SIRIKLA YÜKSEK ATLAMA YARIŞMASINI İZLEMEK İÇİN ARKALARINI DÖNMÜŞLERDİ.

    5-) 1840'DA ABD BAŞKANLIĞINA SEÇİLEN WİLLİAM HENRY HARRİSON, ÇOK SOĞUK BİR GÜNDE WASHİNGTON'DA AÇIK HAVADA DÜZENLENEN GÖREVE BAŞLAMA TÖRENİNDE ŞAPKA VE PALTO GİYMEYİ REDDEDEREK YAPTIĞI UZUN KONUŞMA SONUCU ZATÜRRE OLDU. YENİ BAŞKAN SADECE BİR AY GÖREV YAPTIKTAN SONRA ÖLDÜ.

    5-) MEKSİKA'DAKİ BİR SAĞLIKLI YAŞAM MERKEZİNİN SAHİBİ, VASİYETİNE MEZARLIĞIN SİGARA İÇİLMEYEN BÖLÜMÜNDE GÖMÜLMEK İSTEDİĞİNİ ISRARLA EKLETMEYE ÇALIŞTI.

    6-) FRANSIZ ORDUSU, ASKERLERİN MAYIN TARLALARINDA YÜRÜYEBİLMELERİNİ SAĞLAYAN PATLAMAYA DAYANIKLI BOTLAR İCAT ETTİ. FAKAT BOTLAR O KADAR AĞIR VE İÇİNDE YÜRÜNMESİ O KADAR ZORDU Kİ, ASKERLER MAYINLARLA HAVAYA UÇMADAN ÖNCE PUSUYA YATAN DÜŞMAN ASKERLERİ TARAFINDAN VURULUYORLARDI.

    7-) MARKO VE ROBERTO DE SOLİSA ADLI İKİ KARDEŞ, BİRBİRLERİYLE PEK İYİ GEÇİNEMİYORLARDI. ROBERTO'NUN SIK SIK KENDİSİYLE DALGA GEÇMESİNE DAYANAMAYAN MARKO, KARDEŞİNİ, KAFASINA SIKTIĞI TEK KURŞUNLA ÖLDÜRDÜ. BU BASİT BİR CİNAYET GİBİ GÖRÜNEBİLİR. ANCAK GERÇEK ÖYLE DEĞİL. ÇÜNKÜ MARKO İLE ROBERTO AYNI DOLAŞIM SİSTEMİNİ PAYLAŞAN YAPIŞIK İKİZLERDİ. ROBERTO'NUN ÖLÜMÜNDEN 5 DAKİKA SONRA, KAN DOLAŞIMI DURAN MARKO DA ÖLDÜ.

    8-) 1975'DE İNGİLİZ BİR ÇİFT TELEVİZYONDA EN SEVDİKLERİ PROGRAMI İZLERKEN ERKEK YARIM SAAT SÜREN BİR GÜLME KRİZİ SONUCU KALP KRİZİ GEÇİREREK ÖLDÜ. EŞİ, CENAZEDEN SONRA PROGRAMIN YAPIMCILARINA BİR MEKTUP YAZARAK, KOCASINI HAYATININ SON DAKİKALARINDA BU KADAR MUTLU ETTİKLERİ İÇİN TEŞEKKÜR ETTİ.

    9-) 1971'DE TOPRAK KAYMALARINI İNCELEMEK İSTEYEN JAPON BİLİM ADAMLARI, BÜYÜK BİR YAĞMUR FIRTINASI EFEKTİ YAPMAK İÇİN BİR TEPEYİ YANGIN HORTUMLARIYLA ADAM AKILLI SULADILAR. BU YÜZDEN TEPENİN ÇÖKMESİ SONUCU MEYDANA GELEN HEYELANDA, DÖRT BİLİM ADAMIYLA 11 İZLEYİCİ HAYATINI KAYBETTİ.

    10-) BAYAN CARSON AMERİKA'NİN NEW YORK KENTİNDE YASİYORDU. BİRGÜN EGLENMEK İÇİN CENAZE İSLERİ YAPAN BİR SİRKETLE ANLASTI. SİRKET EVE TELEFON ETTİ VE BAYAN CARSON'UN KALP KRİZİ GEÇİRİP ÖLDÜGÜNÜ SÖYLEDİ. AİLE HEMEN KOSTU. BU SIRADA TABUTUN İÇİNDE YATAN BAYAN CARSON BİRDEN DOGRULUVERDİ. AMA KIZI O ANDA KALP KRİZİ GEÇİRİP ÖLDÜ.

    11-) KOMBOÇYA'DA 2 ASKER, PATLAMAMIŞ MAYINLA FUTBOL OYNAMAYA KALKINCA HAYATLARINI KAYBETTİ. OLAYI İLGİNÇ KILAN BİR BAŞKA NOKTA, PARÇALANARAK CAN VEREN 2 ASKERİN, KAMBOÇYA ORDUSUNUN "EN İYİ MAYIN UZMANLARI" ARASINDA YER ALMASIYDI
    0 2
  • Film İçin Fiziksel Değişimin Dibini Yaşamış Aktörler

    "Para insana herşeyi yaptırır" cümlesine güzel bir örnek
    0 0
  • Trablus antlaşması (detaylı)

    Teşekkür ederim zaman ayırıp okuduğunuz için @Turanimp
    0 0
  • Trablus antlaşması (detaylı)

    Amerikan Kongresi, Cezayirli Hasan Paşa ile imzalanan “haraç anlaşması”nı 1796 yılının 7 Mart’ında onayladığında, Osmanlı Devleti’nin de resmen vergi mükellefi olmuştu!
    Cezayir, Trablusgarb ve Tunus… Osmanlı’nın “Garp Ocakları” adı ile andığı bu topraklar, Anadolu’dan, özellikle de Ege bölgesinin yeniçeri ve leventlerini bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’na geniş bir özerklik statüsü olarak bağlanan bu eyaletlerde idari güç, bölgenin en sözü geçen kişisi olan ve “Dayı” unvanını taşıyan “yeniçeri kökenli” yöneticilerin elindeydi.
    Buralarda yapılan korsanlık faaliyeti, çok daha kazançlı ve az riskliydi. Yerli halk kendi halinde yaşar, ama askerler ve leventler, geçimlerini Akdeniz’de korsanlıkla sağlarlardı. Korsanların İstanbul ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, ama diğer gemileri yağmalanması serbestti.
    O günlerde Fransız Devrimi’nin rüzgârları Avrupa’yı sarsarken, bir başka fırtına, Napolyon Bonapart, Avrupa krallıklarını birbiri ardına işgal ediyordu. İspanya, Savoia, Piemonte, Avusturya, Prusya ve Polonya bir anda Fransız işgaline uğramıştı. Kısacası, Trablusgarb, Cezayir ve Tunus korsanlarının karşısında duracak bir donanma kalmamıştı… 18. yüzyılda Akdeniz’in tek hâkimi, hâlâ Türk ve Arap korsanlardı!
    “Maksat ayağınız alışsın!”
    Bu dönemde pek çok Avrupa devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesi altındaki “Dayı”lar ile haraç anlaşmaları yapmışlardı. 1786’da “Cezayir Dayısı” ile bir ayönetimi nlaşmaya varılamazken, Amerikalıların “Barbar Devletler” olarak andığı devletlerden Fas, 40.000 altına razı oldu. İki ay sonra Faslı korsanlar bir Amerikan gemisini yaktıklarında, anlaşmayı hatırlatmak için gelen Amerikan elçisine Fas beyi, “Gönderilen haracın bittiğini, Amerikalıların lideri George Washington’un gönderilen paraya takviye yapmasını” söyledi… Korsanlar, 1789’da ABD’nin ilk başkanı olacak George Washington’u daha başkan olmasını bile beklemeden haraca bağlamışlardı!
    Maksat, Amerikalılarının “ayağının alışması”ydı… “Memalik-i Osman”ın toprakları sayılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarb eyaletlerinin de devreye girmesiyle, Amerika’ya kesilen haracın meblağı da artmaya başladı. 1795 yılında gelindiğinde, sadece Cezayirli Hasan Paşa’nın George Washington’a kestiği “nakit cinsinden” haraç, 642.500 Amerikan dolarını bulmuştu! “Ödeme”, Cezayir dayısının 115 denizcisine, uluslararası sularda yapılıyordu.
    Vergi mükellefi: George Washington
    Osmanlı İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilk vergilendirme anlaşması, Amerikan elçisi Joseph Donaldson ile Cezayirli Hasan Paşa arasında, 5 Eylül 1795 günü imzalandı.
    Metin Türkçe olarak kaleme alınmıştı ve daha önce Fas ile imzalanan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786’daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metniydi. Anlaşmaya göre Amerika, Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için “Dayı”ya 642.500 dolar “haraç” ödeyecek ve her yıl 12.000 Cezayir altınına denk gelen 21.600 doları vergi olarak verecekti. Amerikan Kongresi, anlaşmayı 1796’nın 7 Mart’ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. Kongre, böylelikle Osmanlı Devleti’nin resmen vergi mükellefi oluyordu!
    Amerika, 1796′nın 4 Kasım’ında Trablusgarb’ın, 1797′nin 28 Ağustos’unda da Tunus’un dayıları ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarb beyi Yusuf Paşa ile “divan”ına Amerikalı esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40.000 İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb’ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu.
    Yine Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan metnin hemen girişinde “Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oğlu Sultan Selim Han’ın dikkati nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimi kılsın” şeklindeki ifadelerin yer almasıydı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi.
    Bu anlaşmada dikkat çeken bir diğer husus, anlaşmanın 11. maddesinde “Hiçbir şekilde köklerini Hıristiyanlık dininden almayan, Amerika Birleşik Devletleri” gibi bir ibarenin kullanılmasıdır! Ertesi yıl anlaşma biraz daha genişletildi. Önceki haraç miktarına ek olarak, 36 toplu Crescent firkateyni Cezayir Dayısı’na “hediye” edildi. 1797 yılının haraç listesinde ise, bir başka firkateyni, Handullah’ı görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri çaresizlikten, kendilerini haraca bağlayan Türk ve Arap korsanlara “donanma” düzmekteydi!
    Trablusgarb Beyi’nin hizmetindeki Türk korsanların hayal gücü daha da genişti. 1798 yılı için Amerikalıların vereceği 115.000 dolar haracın dışında, bir küçük madde daha kondu anlaşmaya: Trablusgarb ufuklarında görünen Amerikan gemilerini selamlamak için gemi başına bir fıçı barut!
    Amerikalılar çaresizdi. Dönem, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu yıllardır ve yeni yeni kurulan bu ülke Kuzey Afrika’nın Türk ve Arap korsanları ile baş etmek bir yana, kendi sahillerini bile koruyamamaktadır. İnternet üzerinden de kolaylıkla erişebilecek Ulusal Kongre Kütüphanesi kayıtlarına göre, Amerika Birleşik Devletleri2nin 1800 yılı bütçesinde 2.000.000 dolar “haraç ödemeleri”ne gitmişti. Bir başka deyişle, o günkü ABD bütçesinin yüzde 20’si!
    “Sen benim kölemsin”
    Mayıs 1800’de, George Washington’ın ünlü amirali Bainbridge, yeni Cezayir dayısı Mustafa Bey’e her zamanki haracını ödedi. Tam ayrılacakken, Cezayir dayısı, bir elçisini padişahın İstanbul’daki sarayına götürmesini istedi. Bainbrigde bu isteği kibarca reddetmeye çalışsa da ve Cezayir dayısı buna emretti: “Sen bana haraç ödediğinde kölem oldun demektir. Bu yüzden sana canımın istediği gibi emretmeye hakkım var!”
    Kalenin silahları Bainbridge’in firkateynine nişan almıştı. Bu yüzden Brainbridge boyun eğdi ve Amerikan bayrağını pruvada, Cezayir bayrağını ise kıçta dalgalandırma şartıyla talebi kabul etti. Bainbridge Cezayir dayısının elçisini İstanbul’a götürdüğünde, ilk defa ABD bayrağını Osmanlı Devleti’ne gösterme fırsatını da buluyordu. Osmanlı padişahı III. Selim ve maiyeti şaşırdılar. Amerika Birleşik Devletleri diye bir devlet olduğundan haberleri bile yoktu. Saraylılar Kristof Kolomb hakkında sadece belli belirsiz dedikodular duymuşlardı.
    Bainbrigde, Amerika’nın büyük denizin ötesindeki bir ülke olduğunu ve Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğini söyledi. Bainbridge ve Osmanlı Kaptan-ı Deryası sıkı dost oldular. Hatta padişah, Bainbridge’in küstah Cezayir dayısı tarafından rahatsız edilmemesi için bir de ferman verdi!
    Bainbridge, dönüş yolunda Amerikan Donanma Sekreteri’ne şöyle yazdı: “Umarım bir daha haraç ödemek için Cezayir’e yollanmam; en azından beni toplarımızın namlusuna koyup ateşleyerek, haracı teslim etme görevini vermediğiniz sürece!”
    Jefferson’dan “culüs bahşişi” isteyen paşa
    George Washington’nun ardından John Adams, o günlerde yeni bir devlet olan Amerika Birleşik Devletleri’nin ikinci başkanı olur. Yeni başkanın “gelenek görenek” konusunda pek bilgili olmadığına kanaat getiren Trablusgarb beyi Yusuf Paşa, 1799 yılında dostunu uyarmayı uygun bulur. Yusuf Paşa, “Ölen yüksek makam sahibi adına o makama gelen yeni başkanın Trablus Krallığı’na bir hediye sunması” gerektiğini, Adams’a bir ferman yazarak, lisan-ı münasip ile anlattı. Tüm bunlara ek olarak, “hediye” miktarının 10.000 dolar olduğunu belirtmeyi de ihmal etmedi.
    10.000 dolarından haber alamayan ve sabırsızlığı üst seviyeye ulaşan Yusuf Paşa, aradığı fırsata 1801 yılında kavuştu. Adams yerini Thomas Jefferson’a bırakmıştı. Garb Ocakları’nın yönetiminde yer alan tüm yöneticiler gibi “yeniçeri kökenli” olan Yusuf Paşa, yeni başkan Jefferson’dan 225.000 dolarlık “cülus bahşişi”ni talep etti. Jefferson kızgınlıkla bu talebi reddetti.
    “Gelin elimi öpün!”
    Trablusgarb beyi Yusuf Paşa da kızgındı. Paşa, derhal Amerikan temsilcilerinin huzuruna çıkmaları ve hatalarını kabul ederek el öpmelerini emretti! 225.000 dolarlık cülus bahşişinin yanı sıra, Yusuf Paşa’nın seçeceği türden 25.000 dolarlık malın “hediyesi”ni uygun buldu! İlk mesajın yeterince ciddiye alınmaması Yusuf Paşa’yı bu defa daha “ikna edici” davranmaya itti. Mesaj netti: Ya “hediye” ya da savaş!
    Savaş çıktı. Trablusgarb dayısı Yusuf Paşa, Amerikan tarihine “First Barbary War” adıyla geçecek olan savaşı, 10 Mayıs 1801 tarihinde başlattı.
    Trablusgarb paşasının ABD’ye savaş ilan etmesi üzerine Jefferson, Amerikan donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Tunus ve Cezayir savaştan hemen çekilirken, Trablusgarb ve Fas, aralıklarla 1815’e dek sürecek olan zorlu bir mücadeleye giriştiler. 1803 Ekim’inde Trablusgarb dayısı, Amerikan donanmasının en iyi firkateynlerinden biri olan Philadelphia’yı ele geçirerek, gemi kaptanı amiral William Bainbridge ve tüm mürettebatını esir aldı.
    Philadelphia’nın kaptırılması, Amerikalıların küçük düşmesine neden oldu. Bunun üzerine, 16 Şubat 1804 tarihinde Amerikan donanması tarafından alınan ilginç ve radikal bir uygulanmaya kondu. Enterprise’ın kaptanı olan genç teğmen Stephen Decatur, Trablusgarb limanına girerek, bir zamanlar Amerikan donanmasının en iyi gemilerinden biri olan Philadelphia’yi ateşe verdi ve ülkesine bir kahraman olarak döndü!
    0 1
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.