• Merhaba arkadaşlar. Ekşi sözlükte dolaşırken bir başlık gördüm ve içeriğini aynen burada paylaşmak istiyorum.Yeni Akit gazetesinden Ahmet Anapalı isimli biri şöyle bir yazı yazmış konu ile ilgili derin bilgisi olan arkadaşlar beni aydınlatabilirler mi ?

    İşte o yazı:
    18 mart zaferi koca bir yalandır… zaferin gerçek tarihi 18 mart 1915 değil, 9 ocak 1916’dır...kurtuluş savaşıda yüce padişah han ve kazım karabekir paşamızın bir eseridir gelin size açıklayayım yalan tarihi;

    4 gün sonra yine bir 18 mart çanakkale zaferi günü. kapitalist sömürgeci kan emici avrupa, dünyanın sömürülememiş tek ülkesi olan osmanlı’ya 3 kasım 1914’te çanakkale boğazından saldırdı. bu saldırıda avrupa kadar bizim içerideki “beyinsiz” tayfasının da etkisi çok büyüktür. şahsi menfaatleri uğruna memleketi, kumarbaz bir elin içindeki “zar” misali kumar masasının tam ortasına fırlatan enver’ler, talat’lar, cemal’ler, sait halim’ler velhasıl topyekûn “ittihat” kadrosu ...

    çanakkale savaşı, 3 kasım 1914’de başladı ve 9 ocak 1916’da bitti yani toplam 16 ay sürdü. peki, biz okullarda ne öğreniyoruz? ne biliyoruz toplam 16 ay süren bu savaş hakkında? cevabı gayet basit;

    çanakkale savaşları 18 mart’ta başladı ve mustafa kemal paşa’nın olağanüstü gayreti ile aynı gün bitti. türkiye’de yaşayan ve türk okullarından mezun olan hemen hemen herkes çanakkale savaşları hakkında sanırım bu bilgiyi bilmektedir. fakat kitaplara kadar geçen bu bilgi baştan aşağıya kadar yanlıştır. zira;

    çanakkale savaşı 18 mart 1915’te değil, 3 kasım 1914’de başlamıştır.

    çanakkale savaşı 18 mart 1915’te değil, 9 ocak 1916’da bitmiştir.

    18 mart 1915’te mustafa kemal paşa, paşa değil yarbaydı.

    18 mart deniz zaferi’nde yarbay mustafa kemal bey’in hiçbir etkisi yoktu.

    evet evet yanlış okumadınız. okuduklarınız göz yanılgısı değildir. mustafa kemal bey’in “yani atatürk’ün” 18 mart çanakkale zaferinde hiçbir katkısı yoktur. şaşırdığınızı inanmak istemediğinizi görür gibiyim. zaten mantık gereği mustafa kemal atatürk’ün 18 mart çanakkale deniz zaferi’nde olmaması, görev almaması gerekmektedir. zira, 18 mart zaferi bir deniz savaşıdır. mustafa kemal ise piyade sınıfına mensup bir yarbaydır. dolayısı ile sınıfı ve ordudaki kategorisi itibari ile bir karacı olduğu için deniz savaşında vazifesi yoktur. işte can alan soru;

    peki o halde biz ülke olarak neden şanlı bir deniz zaferi olan 18 mart’ta bir karacı piyade olan mustafa kemal atatürk’e ağıtlar yakıyoruz. neden, bu destansı zaferin hakiki kahramanları olan çanakkale genel komutanı cevat paşa’yı, ya da yaveri selahaddin adil bey’i, döşediği mayınlarla boğazı işgal güçlerine mezarlık haline getiren nusrat mayın gemisi’nin kaptanı tophaneli ismail hakkı bey’i, ya da mayıncı yüzbaşı nazmi bey’i hiçbir resmi törende hayırla yâd edip ruhlarına dua okumuyoruz? ne yazık ki yaşanılan tarihle bizlere öğretilen tarih arasındaki fark bu kadar farklı.

    emrindeki bir avuç askerle, bir tümen düşman askerine kök söktüren ezineli yahya çavuş’un askerlerine verdiği şu emri hangi “çılgın türk” hangi mantık yapısı ile izah edebilir;

    “arkadaşlar düşman çok mermi az. mümkünse bir mermi ile birden fazla düşman öldürün. allah bizimle beraberdir.”

    yahya çavuşun verdiği bu emir bazı maneviyat yoksunlarının dediği gibi “şu çılgın türk’ün” değil, “şu imanlı türk’ün” vereceği bir emirdir. 101 sene evvel kanı ile, canı ile, dudağında eksik olmayan duası ile yiğitlik, mertlik, erkeklik nedir âleme gösteren ve kahramanlık tarihinin şiirini yazan mehmet’e, muhammed’in (s.a.v.) can askeri mehmet’e bugün “milli şuur” fakirleri çıkmış “şu çılgın türkler” diyor. hadiseyi dışarıdan görüldüğü kadar zanneden bu güruh babasının yılbaşı akşamları yaptığı çılgınlıklarla karıştırıyor, “şu imanlı türk’ün” şanlı destanını…

    millet olarak canımızı dişimize takarak taşla, sopayla, kürekle, kazmayla, kağnıyla, çarşaflı elif nineyle, sakallı abdurrahman dedeyle kazandığımız bu zafer kimin? yani bir kişi mi kazandı bu koca zaferi, yoksa içinde ümmetin gizli olduğu kocaman bir yürek mi? bu soruya vereceğiniz cevap tarihe nereden ve hangi açıyla baktığınızı da ele verecektir.

    tarihimiz, bilhassa yakın tarihimiz “yalan tarih – yalan devler” ile doludur. biz sistemin bize uydurduğu yalan tarihi gerçek zannederek büyüyen zavallı nesilleriz. bizlere doğru olan ve yaşanılan tarihi değil hadiseleri ve karakterleri sonradan masa başında üretilen yalan bir tarih öğretildi. meselâ bu yalanlardan birinin üstünü hafifçe açalım ve bugünün önemine binaen uydurulan yalan tarihi deşifre etmeye başlayalım;

    bizlere daima ve her okul sınıfı düzeyinde, millî mücadeleyi başlatmak için anadolu’ya ilk geçen ve hatta bırakınız geçmeyi köhne, pusulası bozuk ve su alan bir taka ile anadolu’ya gizlice giden ilk ve tek paşa olarak mustafa kemal paşa gösterilmedi mi?... hâlbuki bu bilginin yanlış olduğunu anlamak için derinlemesine bir tarihi araştırmaya girmek değil, birkaç tarih kitabı kurcalamak yeterli olacaktır.

    nitekim bugün türkiye’de yaşayan herkes tarafından milli mücadelenin tek kahramanı ve mimarı olarak bilinen mustafa kemal paşa, 19 mayıs 1919 pazartesi günü samsun üzerinden anadolu’ya geçti, fakat doğu anadolu’da ermenilere karşı başlatılan cihadın destansı kahramanı kâzım karabekir paşa ise, sultan vahideddin han’dan resmen millî mücadeleyi başlatmak için yani bu ismi kullanarak 1919’un nisan başlarında izin aldı ve trabzon üzerinden anadolu’ya geçti. daha sonra mersinli cemal paşa, ali fuat paşa, cafer tayyar paşa ve daha nice paşalar 19 mayıs’a kadar, yani mustafa kemal paşa’dan daha önce anadolu’daki yerlerini almıştı ve en nihayet anadolu’ya en son mustafa kemal paşa geçti.2 yani anadolu’ya geçen ilk değil son paşa mustafa kemal paşa’dır. bize yutturulmaya çalışılan tarihle hakiki tarih ne kadar farklı değil mi?

    memleketin düşman işgalinden kurtulması için ordu, saray ve bürokrasi üçgeninin seçtiği ve anadolu’ya gönderdiği mustafa kemal paşa’nın 16 mayıs cuma günü cuma namazı’nı kıldıktan, sultan vahideddin han’ın elini öptükten ve kur’an-ı kerim üzerine elini koyup, bağlılık yemini ettikten sonra bandırma’ya binip yola çıktığı gün için sarayda vazifeli olan başkâtip ali fuat bey hatıralarında şöyle bahseder;

    “...mayıs ayının ortalarına kadar anadolu’ya sürekli rütbeli subay ve paşa akışı devam etti. ve en son mustafa kemal paşa geçti. 16 mayıs 1919 cuma günü sultan çok sevinçliydi. bu sevincin sebebini kendisine sorduğumda ise bana;

    kâtip çok sevinçliyim, zira satranç tahtasındaki ‘şah’ı da bugün gönderdim. tahta artık tamamdır” cevabını verdi...”3

    elimizdeki resmi belgelerden anlıyoruz ki, mustafa kemal paşa, samsun’a varır varmaz, sultan vahideddin han’ın bizzat kendisine, sadrazam damat ferid paşa’ya, milli savunma bakanı’na, genelkurmay başkanı’na ve içişleri bakanı’na birer telgraf gönderir. bu telgrafların içeriğinde paşa, kendisinin samsun’a ayak bastığını buradaki halkın milli etiketli bir mücadeleye hazır olduğunu kendisinin de görevlendirildiği vazifeleri yapmaya başladığını bizzat bildirir.4 iyi ama rejimin kalemşorluğunu yapan devrim tarihçilerine şu soruyu sormanın zamanı geldi; beyler, mustafa kemal paşa hani görevlendirilmemişti, hani kendisi kaçmıştı? bunun böyle olmadığını bizzat paşanın kendisi samsun’dan istanbul’daki en yetkili insanlara gönderdiği telgraflarla ifade ediyor. yani, üzgünüm ama sizi bizzat paşa yalanlıyor.

    işgal kuvvetleri ile ilk defa silahlı mücadeleye başlayan doğu cephesinin efsane ismi kâzım karabekir paşa, istiklâl harbi’ni kimin başlattığını, şahit, zaman ve yer göstererek şöyle açıklıyor;

    “istiklâl harbi’ni başlatmak, kurtuluşun ancak silahlı bir mücadeleden geçtiğini ilk olarak ortaya atan bendim. bu savaşın daha sonra mustafa kemal paşa tarafından da benimsenecek siyasî ve askerî esas planlarını ben hazırladım. bu planlardan ilk önce 1918’in sonlarında istanbul zeyrek’teki ağabeyimin süleymaniye camii’ni gören evinin bahçesinde, konuyu ismet bey’e (inönü) açtım ve onunla tartıştık. ismet bey dinledi ve sonra bu mücadelenin gereksiz olacağına hükmederek bana;

    …kâzım bey kardeşim, bitti, her şey bitti. anadolu’daki birkaç köylü ile olacak şey değildir bu iş. her ikimiz de emekli olalım. adana’dan toprak alalım ve ziraatle uğraşalım. sen kâzım ağa ol, ben de ismet ağa” cevabını verdi.”5

    ne tuhaf değil mi? milli mücadelenin muzaffer kumandanı ve batı cephesinin eşsiz kahramanı diye bizlere anlatılan ismet paşa meğerse emekli olmayı toprak alıp ziraatle uğraşmayı ve vatanı öyle düşman çizmeleri ile ezilirken bırakmayı düşünüyormuş. bize anlatılan ve öğretilen ismet paşa ile hakiki ismet paşa arasında dağlar denizler kadar fark varmış. bu arada laf aramızda ismet paşa, milli mücadele tarihinin; zaferi olmayan, girdiği her savaşta mağlup olan ve memlekete acı faturalar çıkaran galibiyetsiz tek paşadır…

    nasıl saçma tarih masalları ile uyutulmuşuz değil mi?...

    kuvayi milliyeyi ataürk değil mahsusalı kuşçubaşı ve eşrafı balıkesirde kurmuştur tarihi yeniden yazmaya kalkmayın

    alın size tarihi yalanlar

    türkiye’de eskiden beri avrupa merkezli tarih okutuluyor. ilkokuldan üniversiteye kadar her eğitim kademsinde bu böyle. bu bize öğretilen avrupa merkezli, avrupa perspektifli tarih sanki bir film senaryosu ve bu senaryodaki başrol tabi ki ve elbette sarışın mavi gözlü avrupalı adamda… bu iyi yürekli avrupalı adam etrafına ve daha çok ortadoğu’ya barışı, insanlığı, yaşama zevkini getirmek için hiçbir zorluktan kaçmıyor. yani milyonlarca insanı katlediyor, milyonlarca ırzı kirletiyor, toprağın altını üstünü sonuna kadar sömürüyor, kapitalizm adı verilen ve tanrısı para olan dini uğruna etrafına kan, gözyaşı, rezillik, esaret, barut kokusu dağıtmaktan da çekinmiyor. ama ne olur yanlış anlamayın bütün bunları insaniyet namına yapıyor!!!

    her düzeydeki okul sıralarında bize öğretilen tarih ilmi, sanki hollywood yapımı bir aksiyon filmi ve bu filmin iyi adam rolündeki başrolünü avrupa oynuyor. bunun yanı sıra etrafına kötülük saçmaktan başka bir düşüncesi olmayan, bitişik kaşlı, sarı dişli, tıknaz, iyi olan her şeye düşman filmin kötü adamı da tahmin edeceğiniz gibi müslüman dünyasıdır. işte bize batılı oryantalistlerin gözüyle böyle bir tarih anlatıldı. batılı adam sezar’ı veya firavun’u nasıl gördüyse biz de öyle gördük ve öyle tanıdık… bize öğretilen tarihte büyük ve kudretli roma imparatoru sezar çok muhteşem ve avrupa demokrasisi içinde yeri doldurulamayacak bir kahramandır. sezar, bize öğretildiği üzere güya roma imparatorluk medeniyetini en baştan dizayn ederken daima insanlık prensiplerini göz önünde tutmuş ve temel dinamik olarak ortaya insanı yerleştirmiş. sezar o kadar muhteşem bir imparator ve hükümdarmış ki ondan sonra roma tahtına oturan krallar kendi isimlerinin önüne bir sıfat gibi “sezar” kelimesini getirmişler. augustus octavanius, lepidus ya da antonius pius gibi.

    evet bize öğretilen sezar budur. senelerce sezar hakkında bu yalanı bir gerçeği ifade edercesine bizlere söyleyen tarihçiler, sezar’ın avrupa’da ve kuzey afrika’da yüzbinlerce insanın vahşice katledilmesinden sorumlu olduğunu, onun bir katil olduğunu sır gibi sakladılar. ama neden??? üstelik sezar hakkında bizlere destanlar düzen batı gözlüklü tarihçiler onun çok duygusal ve hoş aşk şiirlerinin de yazarı olduğunu romantik ifadelerle söylerken bu şiirleri kadınlara değil de erkeklere yazdığını çünkü sezar’ın kadınlardan değil erkeklerden hoşlandığını söylemediler.

    şu anki avrupa haritasında türklerin etkisi niçin anlatılmıyor? ve niçin bilinmiyor? çünkü bu avrupa merkezli tarih yalanlarla doludur. kandırmaca tarih olur mu? evet, efendim, olur. bizde olur. isterseniz seneler boyu her yerde, her kurumda bize hakikatmiş gibi öğretilen birkaç yalandan bahsedeyim de hadisenin vahametini siz de anlayın;

    bakın şimdi:
    * amerika’yı kristof kolomb keşfetmiştir. (yalan)
    * vasko da gama ümit burnu’nu keşfetmiştir. (yalan)
    * okyanus yollarını hep avrupalı denizciler bulmuştur. (yalan)
    * osmanlı sultanı, sultan ibrahim han, delidir. (yalan)
    * lozan antlaşması bir zaferdir. (yalan)
    * birinci inönü zaferi isminde bir galibiyet vardır. (yalan)
    * sultan vahideddin han sevr’i imzalamıştır. (yalan)
    * kuva-i milliye’yi atatürk kurmuştur. (yalan)
    * ismet inönü muzaffer bir kumandandır. (yalan)
    * menemen’de kubilay’ı öldürenler molla idi ve din devleti istiyorlardı. (kuyruklu yalan)
    * bandırma vapuru pusulası bozuk ve köhne bir gemiydi. (yalan)
    * mustafa kemal paşa millî mücadeleyi başlatmak için anadolu’ya çıkan ilk paşadır. (yalan)
    * sultan abdülhamid kızıldır. (yalan)
    * sultan vahideddin han, haindir. (vallahi yalan)
    * osmanlı padişahları nikahsız beraberliklerden meydana geldikleri için “veled-i zinadır.” (bu haysiyetsiz söz yalan değil düpedüz iftira ve kepazeliktir.)
    ve daha nice nice yalanlar… nice yalanlar… biz bu yalanlarla büyüdük. ama herkes böyle değil yani allah zalimler içinden adamlar da çıkartıyor. yani her türlü olumsuzluğa rağmen batıda dürüst araştırmacılar da çıkıyor. mesela dr. anne millrad onlardan biri. diyor ki:
    “kristof kolomb da, vasko da gama da müslüman kılavuzlar kullandı. müslümanlar onlardan çok çok daha önce buraları biliyorlardı.”
    araştırmacıdan bir örnek daha:
    “bartalomeu diaz, 1487 yılında afrika’nın güney ucundaki kıyılara ulaşmayı başardı. burası ‘ümit burnu’ olarak adlandırıldı. bu ilginç bir isim değil mi? diğer kara parçaları kendilerine ilk ulaşan denizcilerin isimleriyle adlandırıldıkları halde burası neden bartalomeu diaz burnu olarak isimlendirilmedi?
    bu geçişten on sene sonra aynı yolu bu sefer vasko da gama geçti. o da gördü ki ümit burnu denen yerden zaten arap denizciler on yıllardır geçmekteydi. zaten o da bu burundan geçerken yanına bir arap rehber aldı.”
    ne dersiniz? gerçekler eninde sonunda meydana çıkıyor. peki bu gerçekleri kendi okul kitaplarımızda ne zaman göreceğiz?..
    coğrafî gerçekler ne kadar çarpıtılmış,
    tarihî gerçekler de öyle, hatta sosyal ve politik hakikatler de. seneler senesi hep masal dinlemişiz ve dinlemeye devam ediyoruz…
    son ve çarpıcı bir hakikat daha. okuyun, okuyun ve çarpılın…
    850’li yıllarda ispanya’daki endülüs emevileri’nde sıcak yaz aylarında şehrin büyük meydanlarında halkı serinletmek için (şimdi sıkı durun) basit bir akümülatör tertibatına bağlı dev aspiratörler kullanılıyormuş…
    harun reşid’li abbasi sarayı’nın gündelik işlerini sarayın dünyaca meşhur makine mühendisi ‘el cezeri’nin icad ettiği robotlar yapıyormuş. evet, yanlış okumadınız dünyada ilk robot yapan kişi ebul iz bin rezzaz el cezerî isimli müslüman bir bilim adamıdır. inanmayanlar google arama motoruna “el cezeri” yazsın da görsün neler çıkıyor karşısına…
    ve harun reşid, ingiltere kralı’na el cezeri yapımı ve su ile çalışan saat başı çalan bir guguklu saati hediye olarak göndermiş. ingiltere kralı saat başı ses çıkartan bu saati şeytan sanmış ve büyük bir dinî törenle yaktırmış…
    gerçek tarih ne kadar farklı değil mi?
    muhabbetle...


    Kaynak:http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/ahmet-anapali/18-mart-zaferi-koca-bir-yalandir-zaferin-gercek-tarihi-18-mart-1915-degil-9-ocak-1916dir-14217.html
    0 0
  1. Yeni Konu Ekleme

    Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.

  2. Arama Butonu

    Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.